ATASÖZLERİ / PROVERBS
Abanın kadri yağmurda bilinir: Her şeyin bir değeri vardır. Bir şeyin gerçek değeri (kadri) ise, ona
gerçekten ihtiyaç duyulduğu zaman ortaya çıkar.
Abdal ata binince bey oldum sanır,
şalgam aşa girince yağ oldum sanır: Kimi
görgüsüz ve eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu lâyık olmadıkları önemli
bir işin başına geçseler ya da bir mevki elde etseler, aptalca davranmaya, o
yerin adamı gibi görünmeye ve böbürlenmeye başlarlar. Dahası, bunun kendi
hakları olduğunu da ileri sürerler.
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz: Kimi insanlar yaptıkları işten zevk duyarlar ve onu
bırakmak istemezler; bu işi sürekli olarak, tekrar tekrar yapmaktan da hiç
bıkkınlık duymazlar.
Abdal (derviş) tekkede, hacı Mekke`de
bulunur: Hemen herkesin ilgi
duyduğu bir alanı, kendine özgü bir işi vardır. İlgi duyduğu alan ya da iş
neredeyse kişi de orada bulunur.
Abdala "kar yağıyor" demişler,
"titremeye hazırım" demiş: Yoksulluk
ve sıkıntı içinde yaşayıp eziyet çekmekte olan kimseler, karşılaşacakları zor
şartlardan endişe duymazlar. Çünkü onlar bu şekilde yaşamaya alışıktırlar.
Abdalın dostluğu köy görünceye kadar: Çıkarı için yakınlık gösterip dostluk kuran kimse,
beklediği yararı elde ettikten, işini yürütecek başka yollar bulduktan sonra
sizinle olan ilişkisini keser.
Acele bir ağaçtır,
meyvesi pişmanlık: Telâşla,
sabırsızca ve ivedilikle yapılan işler genellikle kötü sonuçlar doğurur; kişiyi
pişmanlığın içine iter.
Acele ile menzil
alınmaz: Telâşlanıp
ivmekle, sabırsız davranmakla daha çabuk sonuç alacağımız, başar kazanacağımız sanılmamalıdır. Bilinmelidir ki her işin bir süresi vardır.
Acele işe şeytan
karışır: Düşünüp
taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya
yanlış ya da bozuk olur.
Acemi katır kapı önünde
yük indirir: Bir
işin yabancısı olan, bir işe alışmamış, beceriksiz ya da anlayışsız kişi,
kendisinden beklenen işi eksik yapar ve istenildiği gibi yerine getiremez; daha
başlangıç anında veya en önemli yerinde işi bırakıverir.
Acıkan doymam (sanır),
susayan kanmam sanır: Uzun
süre bir şeyin yokluğunu çekip ona ihtiyaç duyan kimse, o şeyden ne kadar çok
elde ederse etsin tatmin olmaz; kendisine yetmeyeceği duygusu içinde bulunur.
Acıkmış kudurmuştan
beterdir: Bir
şeyden uzun süre yoksun kalan kimse, onu gördüğü anda ele geçirmek ister;
kendinden geçercesine ona saldırır, sanki kudurmuş gibidir, gözü hiçbir şeyi
görmez, tek düşündüğü uzun süre yokluğunu çektiği o nesnedir.
Acındırırsan arsız
olur, acıktırırsan hırsız olur: Bir kimsenin acınmasına yol açar, başkalarını ona
merhamete getirirseniz, o kimse yerli yersiz yardım dilemeye başlar ve gittikçe
arsızlaşır; bunun yanında kimilerinin hakkını kısar, emeklerinin karşılığını
vermez ve onları aç-yoksul bırakırsanız, onlar da hırsızlık yapmaya başlarlar.
Acı patlıcanı kırağı
çalmaz: Kötü
durumda olan bir kimseyi, ortaya çıkacak yeni kötü durumlar etkilemez; pek çok
zorluğa katlanabilir; çünkü o, böylesi kötü durumlara alışmıştır. Ayrıca, işe
yaramayacak hâle gelmiş kimseler de, tutar bir yanları olmadığı için
felâketlerden çekinmezler.
Acı (kötü) söz insanı
(adamı) dininden (çıkarır), tatlı söz (dil) yılanı deliğinden (ininden)
çıkarır: Onur
kırıcı, sert, kötü sözler insanı öfkelendirir; sabrını taşırır, çileden
çıkarır, hoş olmayan davranışlara sürükler. Bunun aksine yumuşak, tatlı, hoş
sözler de öfkeli, geçimsiz, saldırgan insanları yatıştırabilir; zarar
vermelerinin önüne geçip onları doğru yola sokabilir.
Aç aman bilmez, çocuk
zaman bilmez: Aç,
yemek yeme ihtiyacı olan, yemesi gereken kimsedir. Bu insanın düşüncesi de
karnını doyurmaktır. Onun bu isteği kimi özürlerle giderilip geçiştirilemez,
böyle yapılmak istenirse kimi anlamsız ve aşırı davranışlara kaymasına neden
olunur. Çocuklar da bir şey istediler mi hemen onun yerine getirilmesini
isterler, beklemek nedir bilmezler.
Aç (arık) at yol almaz,
aç (arık) it av almaz: İş
gördürülen kimselerden verim umuluyorsa onlar aç, yoksul ve zaruret içinde
bırakılmamalı, her yönden tatmin edilmelidirler.
Aç ayı oynamaz: Kendisinden iş beklenilen kimseden
emeğinin karşılığı esirgenmemelidir; insan ya da hayvan olsun, çalışan mutlaka
doyurulmalıdır.
Aç bırakma hırsız
edersin, çok söyleme arsız (yüzsüz) edersin: Yönetiminde bulunan, gözetiminde
olan kimseleri maddî ve manevî yönden tatmin etmelisin. İnsanları bu yönlerden
sıkıntıya düşürür, emeklerinin karşılığını vermez, kötü muameleye maruz
bırakırsan yanlış yola saparlar; söz dinlemez olurlar, arsızlaşırlar.
Aç doymam, tok acıkmam
sanır: Uzun
süre yokluk içinde olan aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, tatmin olmaz,
yetmeyeceği duygusunu taşır. Tok, yani varlıklı insan ise var olanla yetinir
gibidir, elindekilerin bir gün gelip tükeneceğini düşünmez, yeni kazanç
yollarına başvurmaz, dahası elindekileri bilinçsizce harcamaya devam eder.
Aç elini kora sokar: Aç ve yoksul insan, zorunlu
ihtiyaçlarını gidermek için canı pahasına bile olsa her türlü tehlikeye
atılmaktan çekinmez.
Aç gözünü, açarlar gözünü: Uğraşılarında, giriştiğin
işlerinde uyanık bulunup dikkatli olman gerekir; yoksa umulmadık, beklenmedik
bir anda büyük zararlarla karşı karşıya kalabilirsin. Bu belâdan sonra aklın
başına gelir ama iş işten geçmiş olur.
Açık ağız aç kalmaz: Çalışan, didinen, ne istediğini
bilen, bıkmadan usanmadan bunu dile getiren kişi geçim yolunu bulur; muhtaç
duruma düşmez, aç kalmaz.
Açık yaraya tuz
ekilmez: Acısı
ve derdi taze olan bir kimsenin üzüntüsünü artıracak söz ve davranışlardan
kaçınmak gereklidir.
Açık yerde tepecik
kendini dağ sanır: Kıymetli,
yetenekli kimselerin bulunmadığı veya az bulunduğu bir yerde, kendinde az da
olsa bir şey bulunan kimse böbürlenmeye, büyüklük taslamaya başlar.
Açılan solar, ağlayan
güler: ayatta
hemen her şey bir değişimin içindedir, olduğu gibi kalmayıp tersine dönebilir,
güzel çirkinleşebilir; mutsuz mutlu, yoksul da zengin olabilir.
Açın gözü ekmek
teknesindedir (olur): İnsanın
tek amacı, öncelikle kendisi için gerekli, yaşaması için zorunlu olan,
yokluğunu çektiği şeyi elde etmektir.
Açın karnı doyar, gözü
doymaz: 1)
Bir şeyin uzun süren yokluğu açlık ve doyumsuzluk duygusuna iter insanı; bu
insan hiç doymamış, aç kalacakmış gibi davranır; gözü nesnelerde kalır, o
nesneleri kaybedecek sanısına kapılır. 2) İhtiraslı kişi elindekiyle yetinmez,
daha fazlasını ister.
Aç kurt bile komşusunu
dalamaz: Komşu
hakkı çok yücedir. Komşuya hangi şartlarda olursa olsun, aç ya da zengin iyi
davranılmalıdır. Çünkü toplumun dirlik ve düzenliği bir yönüyle buna bağlıdır.
Açma sırrını dostuna, o
da söyler dostuna: Sır
özeldir ve gizli tutulmalıdır. Onun gerçekten duyulup yayılması istenmiyorsa,
dosta bile açılmamalıdır. Açılırsa o da ağzından kaçırabilir ya da yakınına
anlatabilir, bunu başkaları duyabilir, saklamaya çalıştığın şey sır olmaktan
çıkar, yayılır.
Aç ne yemez, tok ne demez: Yoksul kişi ihtiyaç duyduğu şeyin en
kötüsüne bile razı olur; iyisini, kötüsünü arayacak durumda değildir. Oysa
varlıklı kişi için durum farklıdır, o her zaman daha iyisini ister, en güzel
şeylerde bile bir kusur bulur, mırın kırın eder.
Aç tavuk (düşünde) kendini
buğday (arpa, darı) ambarında sanır (görür): Yoksulluk çeken, varlık yüzü görmeyen
kişi sürekli ihtiyaç duyduğu şeylerin hasretini çeker; kendisini onları elde
etme hayaline kaptırır, olmayacak düşler kurar.
Açtırma kutuyu, söyletme
kötüyü: Hoşuna
gitmeyecek sözler söylenmesine, hakkında kötü şeylerin ortaya çıkmasına yol
açmak istemiyorsan karşındakini kızdırma.
Aç tokun yüzüne bakmakla
doymaz: İnsan ihtiyaç
duyduğu, sürekli yokluğunu çektiği şeyleri varlıklı kimselerde görmekle onlara
sahip olmuş sayılmaz. Tatmin olabilmek için onları gerçekten elde etmelidir.
Adalet ile zulüm bir yerde
barınmaz: Bu iki şey
tamamen bir birinin karşıtıdır. Hak, hukuk ve doğruluğun bulunduğu yerde zulüm
olamaz, zalimler bulunamaz. Zulmün bulunduğu yerde ise hak yeme, sömürü,
eğrilik, azgınlık vardır ve orada da ne adalet ne de âdil vardır.
Adam adama her daim muhtaç (gerek
olur): Tek başına
yaşamak oldukça zor olduğundan insanlar bir arada yaşarlar, dayanışmaya gerek
duyarlar. İhtiyaçlar bu sayede karşılıklı olarak giderilir. Bu bakımdan hiçbir
insanı küçümseyip yararsız saymamalı; olur ki bir gün, hiçlenen o insanın yardımına
gerek duyulabilir.
Adam adama yük değil, can
gövdeye mülk değil (Adam adama yük olmaz): Birileri gelip konuğumuz olabilir, evimizde kalabilir. Bu
konuk tıpkı can gibidir; can nasıl gövdeye geldiği gibi gidiyorsa, konuk da
günün birinde geldiği gibi gidecektir. Bu sebeple yanımıza gelen arkadaş, dost,
yakın ve konuklarımızdan yaka silkmemeliyiz.
Adam adamdan korkmaz, utanır
(hatır sayar): Bir
kimse kendisine yapılan kabalık, kötülük karşısında sert tepki göstermiyor,
benzer bir şekilde karşılık vermiyorsa, bu korktuğundan değildir; hatır
saydığındandır, utandığındandır, duygularına egemen olduğundandır.
Adam adam denmekle adam
olmaz: Değerleri
olmadığı hâlde değer verip saygı duyarak, bazı unvanlar vererek, överek,
pohpohlayarak bir kimseyi iyi yetişmiş, değerli bir kimse yapamayız. Gerçek
şahsiyet, olgunluk, insana yakışacak durum, tutum ve davranış insanın kendinde
bulunmalıdır.
Adam adamdır, olmasa da pulu;
eşek eşektir, olmasa da çulu: Bir kimsenin toplumdaki seçkin yeri ve önemi zengin ya da yoksul
hâliyle ölçülemez. Kimi insanlar son derece yoksuldurlar ama kendilerinde bir
adamlık vardır. Kimileri de zengindir ama insanlıktan nasiplerini
almamışlardır. Dolayısıyla yoksul olmak insanın değerini düşürmez, zengin olmak
da değerini artırmaz.
Adam adamı bir kere (defa)
aldatır: Bir kimse,
huyunu suyunu bilmediği bir kişiye bir kez aldanır; bir daha aldanmaz. Çünkü
bir kez aldanmış ve ders almıştır. Artık kendini ona göre ayarlar, karşı
tarafın düzenbaz olduğunu bildiği için tedbir alır, düzenbaz ne derse desin
inanmaz ve tuzağına düşmez.
Adama dayanma ölür, duvara
(ağaca) dayanma yıkılır (kurur): İnsanlar hayatları boyunca birbirlerine destek verirler,
yardımcı olurlar. Ne ki her destek ve yardım sürekli olmaz. O hâlde insan,
yapacağı işlerde başkalarının yardımına ve desteğine değil, öncelikle kendi
gücüne, bilgi ve becerisine dayanmalı ve güvenmelidir.
Adam ahbabından bellidir (Bana
arkadaşını söyle sana kim olduğunu diyeyim): İnsan daha çok anlaştığı, huyunu suyunu
bildiği, sevdiği, yanında bulunmaktan hoşlandığı kimselerle arkadaşlık kurar;
dostluk eder. Dolayısıyla bir kimsenin iyi ya da kötü olduğu, arkadaşlık
kurduğu kimsenin kişiliğine bakılarak anlaşılabilir.
Adamak kolay, ödemek
güçtür: Bir işi yerine
getireceğim demek, davranışıyla ya da tutumuyla o işi yapacağım duygusu
uyandırmak, umut vermek kolaydır. Ne var ki yerine getirmek ve yapmak güçtür.
Çünkü bu, bir çabaya, bir maddeye ya da bir paraya dayanır; bunlar da zor sarf
edilir şeylerdir.
Adamın (insanın) adı çıkacağına
(çıkmaktansa) canı çıksın (çıkması yeğdir): Toplumun bir insan hakkında verdiği yargı kolay kolay
değişmez. Eğer bir adamın adı kötüye çıkmış, bu yanıyla şöhret bulup
tanınmışsa, bu durum onun için katlanılmazdır. Nereye gitse kötü yanı yüzüne
vurulacak, itilip kakılacak, aşağılanıp toplum dışına itilecektir. Böyle bir
hayatı yaşamak, o insan için yaşarken ölmek demektir.
Adamın iyisi alış verişte belli
olur: Alışveriş bir
insanın karakterini, iyi ya da kötü oluşunu belirleyen en önemli ölçütlerden
biridir. Alışveriş her şeyden önce çıkara dayanır. Birçok insan da çıkarı için
ahlâk kurallarını çiğnemekten kaçınmaz. Bunu anlamanın en iyi yolu da kişiyi
alışverişte denemektir. Alışveriş sırasında hileye başvurmayan, hakkı gözeten,
yalan söylemeyen, ahlâksız yollara sapmayan kimse iyi insandır.
Adamın iyisi iş başında belli
olur: İnsanı gösteren
sözü değil, işidir. Bir insanın gerçek değeri; becerikli mi beceriksiz mi,
çalışkan mı tembel mi, başarılı mı başarısız mı, iyi mi kötü mü olduğu yaptığı
işlerle, çevresindekilere karşı takındığı tutumla ölçülür.
Adamını yere bakanından, suyun
ağır (sessiz) akanından kork (sakın): Genellikle sessiz akan sular derin ve tehlikeli olurlar. Bir
olay karşısında duygu ve düşüncelerini açığa vurmayan, niyetini belli etmeyen,
sessiz kalan kimseler de ağır akan suya benzerler. Sinsidirler, içlerinde
besledikleri kötülükleri hissettirmezler, bu bakımından sakıncalıdırlar.
Adam olana bir söz yeter: İyi
yetişmiş, kişilikli, anlayışlı, duyarlı kişiler kendilerine söylenen sözü, ilk
söylenişinde anlarlar ve sözün gereğini yerine getirirler. Bir sözü defalarca
söyleten, söyleyeni zorlayan, çıkmaza sokan kimselerde ise, bir kavrayış
noksanlığı, bir ahlâk eksikliği var sayılabilir.
Ademoğlu (insanoğlu) çiğ süt
emmiştir: Başlangıcından
bu yana nankörlük insanoğlunun değişmez bir sıfatı olagelmiştir. Yapılan bir
iyiliğe karşı, çokluk kötülükle cevap vermek, insanın atamadığı huylarındandır.
Sanki bu, insanda değişmez bir hâldir. Bu bakımdan insanoğlu güvensizdir, ona
karşı daima dikkatli olunmalıdır.
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur: Büyüklerin küçükler üzerinde büyük bir etkisi vardır.
Çocuklar, çokluk büyüklerini örnek alırlar. Onlardan ne görürlerse onu yapmaya
çalışırlar. Bu sebeple, anne-babanın çocuklar, büyüklerin de küçükler
üzerindeki etkisi, eğitim açısından oldukça önemlidir.
Ağacı kurt, insanı dert
yer: Ağaç kurdu, içine
yerleştiği bir ağacı veya tahtayı özünden, içten içe yiyerek çürütür ya da
kurutur. Dert ve üzüntü de tıpkı ağaç kurdu gibidir. İnsanı içten içe yıpratır,
perişan eder, dayanıksız kılar, yiyip bitirir.
Ağaç kökünden yıkılır: Ağacı ayakta tutan, onu toprağa bağlayan
kökleridir. Onun bütün dallarını kesebilirsiniz, ancak yıkamazsınız. Yıkmak
için köklerini topraktan çıkarmak zorundasınız. Bir aile, toplum ya da düzen de
tıpkı ağaç gibidir. Onu da ayakta tutan bir temel (kök) vardır. Kimi
ayrıntılarını (dallarını) yok edebilirsiniz, ancak yıkıp bozamazsınız; yıkmak
için temelini sarsmak, ana noktalarını bozmak zorundasınız.
Ağaç yaprağı ile güzeldir
(gürler): Bir ağacı
güzel gösteren, verimli kılan, canlı tutan yaprakları, çiçekleri ve
meyveleridir. Varlığını ancak bunlarla kanıtlar. İnsanlar da böyledir. İnsan
ailesi, çocukları, yakınları ve dostları ile bir bütün oluşturup varlık
gösterebilir. Eğer bunlardan mahrum olursa yapraksız, çiçeksiz ve meyvesiz bir
ağaç gibi kalır ortada; cansız, kurumuş gibi, güçsüz ve verimsizdir.
Ağaç yaş iken eğilir: Çocuklar mutlaka küçük yaşta
eğitilmelidirler. Bu yaşlarda işlenmeye, her türlü bilgiyle donatılmaya
elverişlidirler. Zaman geçip de büyüdükçe eğitilmeleri zorlaşır. Yaşlı insan
kolay kolay eğitilmez. Onlar tıpkı kuru bir ağaç gibidirler. Eğilmezler, buna
zorlanırlarsa kırılırlar. Bu sebeple onlara yeni bir davranış kazandırmak
imkânsız gibidir.
Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter: Yüce Allah, her canlıyı yaratırken onunla birlikte rızkını da
yaratır. Ancak insanlar aç gözlülük edip kimilerinin hakkını gasbederler,
rızklarına el koymaya çalışırlar. Dolayısıyla kimileri aç ve yoksul kalır.
İnsanlar bu tavırlarından vazgeçmiş olsalar, herkesin rızkının kendisine yeter
olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.
Ağır giden yol alır, hızlı
giden yolda kalır: Gittiğimiz
yolda, tuttuğumuz işte ilerlemek istiyorsak acele edip telâşa düşmemeliyiz.
Yavaş yavaş ama güvenli, gerekli bir tempoda, emin adımlarla yürümeliyiz. Böyle
hareket etmezsek, aceleciliğimiz yüzünden sürçebilir, yolumuzu şaşırabilir,
sonuca da ulaşamayız.
Ağır kazan geç kaynar: 1) Herkesin anlayış yeteneği bir
değildir, öğrenme kabiliyetleri de farklıdır. Kimi kalın kafalı kimseler bir meseleyi
oldukça geç ve zor kavrarlar. 2) Bazı beceriksiz, tembel kişiler işlerini geç
yaparlar ve zamanında yetiştiremezler. 3) Ağırbaşlı, olgun kimseler bir olay
karşısında hemen öfkelenip telâşlanmazlar.
Ağır ol, batman gelesin: Temkinli, ağırbaşlı, ölçülü ol ve
dengeli hareket et ki, itibar göresin; sevilip sayılasın. Çünkü hafif meşrep,
sulu, çabuk kızıp taşkınlık gösteren, aceleci kimseler toplumda pek sevilip yer
edinemezler.
Ağır taş batman döver (yerinden
oynamaz): Tutarlı,
ölçülü, ağırbaşlı, temkinli kimselerin toplumda etkin bir yerleri, ayrıcalıklı
bir kişilikleri vardır. Bu ayrıcalıkları sebebiyle onlara kolay kolay kimse
ilişmeye cesaret edemez, onları hırpalamaya öyle herkesin gücü yetmez,
dolayısıyla ister istemez saygı görür ve yerlerini korurlar.
Ağır yongayı yel kaldırmaz: Davranışları ölçülü, sözleri yerinde,
temkinli ve ağırbaşlı olan insanlara dış etkenler, niyeti bozuk kimseler kolay
kolay zarar veremezler.
Ağız yer, yüz utanır: İkram
kabul eden, armağan alan kişi, bunları kendisine sunan kimsenin istediğini
yerine getirme zorunluluğunu duyar; bir borçluluk duygusuyla bu isteği
reddetmeye utanır, istemese de işi yapar.
Ağlamayan çocuğa meme
vermezler: Hakkımızın
yendiği yerde susup sonuca katlanmak doğru değildir. Susar, sesimizi çıkarmaz,
hakkımızı aramazsak kimse bize yardım elini uzatmaz; hakkımızı vermez. Onun
için hakkımızı arama yoluna gitmeli ve bu yolda sesimizi duyurmalıyız.
Ağlatan gülmez: Başkalarına zulmeden, sıkıntı veren,
çile çektiren kimselerin kötülükleri karşılıksız kalmaz; günün birinde bu
dünyada ya da öteki dünyada kendisine döner, yaptıklarının cezasını mutlaka
çeker, o da ağlar.
Ağrısız baş mezarda gerek
(olur): Yaşayan her
insan dertten, çileden yakasını kurtarabilmiş değildir. Yaşadıkça da
kurtaramayacaktır. Dolayısıyla dertsiz insan ancak mezarda bulunur. Bu demektir
ki, insan dertten ancak ölünce kurtulacaktır.
Ağustosta gölge kovan,
zemheride karnın ovar: Vakit
ve fırsat varken (yazın) çalışmayan, tembel tembel oturan, keyfini düşünen
kimse, fırsat kaçtıktan sonra, çalışmanın zor olduğu günlerde (kışın) geçim
sıkıntısı çeker; perişan olur, aç kalıp yoksul düşer.
Ah alan onmaz: Zulmeden, hak yiyen, kötülük yapan ve bu
sebeple birilerinin bedduasını alan kimse iflâh olmaz; onun sonu iyi değildir,
yaptıklarının cezasını mutlaka görür.
Ahlatın (armudun) iyisini ayılar yer: Değerli, güzel ve iyi şeyler çoklukla onlara lâyık olmayan
kimselerin eline geçer ve onlarca kullanılırlar. Bu da gösteriyor ki, insanlar
gelişen olaylara çok kez engel olamazlar.
Ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez: Anlayışı kıt, beceriksiz, yüzsüz ve yılışık, çıkarcı kimselere
gereksiz yere yakınlık gösterilmemelidir. Yoksa bu yakınlığı kötüye
kullanabilir. Yerli yersiz karşınıza çıkıp sizi rahatsız ve huzursuz edebilir.
Bu gibi kimselerle kurulacak ilişkilerde dikkatli olunmalıdır.
Ahmak iti yol kocatır: Bazı insanların girişimleri, uğraşıları,
didinmeleri, yaptıkları işleri ahmaklıkları yüzünden sonuçsuz kalır;
yıpranmalarına yol açar. Bunun böyle olmasının sebebi, işe iyi düşünmeden, plân
yapmadan girmiş bulunmaları, karşılarına çıkacak aksilikleri hesaplamamış
olmalarıdır. İşte böylesi bir giriş, onları tekrar tekrar yapmak zorunda
bırakmış, zaman kaybettirmiş, yormuş ve yıpratmıştır.
Akacak kan damarda
durmaz: "Takdir,
tedbiri bozar" derler. Bir zarara uğramak, önemli bir şeyimizi kaybetmek
kaderimizde varsa, ne yaparsak yapalım, ne önlem alırsak alalım bunun önüne
geçemeyiz. Bugün ya da yarın, er veya geç olan olacaktır.
Ak akçe kara gün içindir: Emek vererek, alın teri dökerek
kazandığımız para, sıkıntılı anlarımız ve zor günlerimiz içindir; bizi
darlıktan bu para çekip kurtarır, rahata erdirir. Dara düşülen günlerimizde bu
parayı harcamaktan da geri durmamalı, çekinmemeliyiz.
Akan su yosun (pislik) tutmaz: Bilinen bir şey ki, devamlı akan su
kendini ve yatağını temiz tutar; hareketsiz ve birikinti hâlinde olan su da
aksine mikrop ve pisliği bünyesinde taşır. Denebilir ki hareketlilik, canlılık
ve çalışkanlık insanı canlı ve üretken yapar; iyimser kılar, kötülükten uzak
tutar, düşkünlüğünü önler; böylece de o insan hem kendine, hem de başkalarına
yararlı olur.
Akar su çukurunu kendi
kazar: Azimli olan,
bir şey yapma isteği ve gücünü taşıyan, gayretli ve atak kimseler zorluklara
boyun eğmezler; amaçlarını gerçekleştirmek için imkân ararlar, yollarını ne
yapıp edip bulurlar.
Akan suya inanma, el oğluna
güvenme: Kimi akar
sular yavaş aktığı için tehlikesiz görünebilir, ancak yine de güvenmemelidir.
Bir an o suya kapılıp sürüklenebilir, derinlere ve burgaçlara çekilip
boğulabiliriz. El oğlu da tıpkı bu akar sular gibidir, kimi yanlarına bakarak
onlara güven duyamayız. Çıkarı için bizi tuzağa düşürebilir, başımıza olmadık
işler açabilir, zor durumda bırakıp zarara uğratabilir. Bunun için temkinli
olmalıyız.
Akıl akıldan üstündür: Her insan aynı anlayış, bilgi ve düşünme
gücüne sahip değildir. Bizim akletmediğimizi, bir başkası akledebilir. Biri
bizden daha iyi düşünüp karanlık bir noktada bize ışık tutabilir. Bu bakımdan
önemli işlerimizde güvenli, geniş düşünce sahibi kimselere danışmaktan, onların
bilgi ve tecrübesine başvurmaktan kaçınmamalıyız.
Akıl için tarik (yol)
birdir: Bir mesele
ancak akıl yoluyla çözülebilir. Bu yol ise tektir. Doğru düşünenlerin, mantıklı
olanların bu yolu izlediklerinde vardıkları sonuç hep aynı olacaktır.
Akıl kişiye (adama) sermayedir: Giriştiğimiz hemen bütün işlerde başarılı ya da başarısız
olmamızdaki en büyük etken akıldır. O, yapmaya çalıştığımız işte baş
aracımızdır. Onu gerektiği gibi, yerinde kullanırsak iyi sonuç almamız
kolaylaşır. Hemen her işte bir sermayeye gerek duyulduğu açıktır. Bu sermaye de
paradır. Ama unutmayalım ki, paranın da işe yarar şekilde kullanılması akılla
olur.
Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır (Deli dostun olacağına akıllı
düşmanın olsun): Düşüncesiz
ve yersiz davranan, gerçeği görmeyen, anlayışı kıt kimseler yaptıkları işlerin,
söyledikleri sözlerin ne gibi sonuçlar doğuracağını hesap edemezler. Bu
yanlarıyla, iyi niyetli de olsalar dostlarına bilmeyerek zarar verebilirler.
Bunun aksine, akıllı düşmanın neler yapabileceği, hangi yollara başvuracağı
önceden tahmin edilip sezilebilir; dolayısıyla kişi tedbirini alır, kendisine
gelebilecek zararları önlemeye çalışır.
Akıllı hırsız, şaşkın ev sahibini bastırır: Aklını kullanmasını bilen, açık göz, uyanık ve düzenbaz
kimseler düşüncesiz, kavrayışı kıt, ahmak ve şaşkın kimseleri aldatmakta bir
zorlukla karşılaşmazlar. Hatta bu kimseler, karşılarındaki bu aptal insanları,
haklı da olsalar haksız çıkarabilirler; kendilerini suç işlememiş gibi gösterebilirler.
Akıllı köprü arayıncaya dek
deli suyu geçer: Önlem
almaya, hazırlıklı olmaya alışmış kimi tedbirli kimse, hemen her şeyde bir
sonuca ulaşmak için sağlam bir yol arar. Bunun için de düşünüp taşınır, kolay
kolay karar veremez. Dolayısıyla da epey zaman harcamış ve sonuca ulaşmakta
gecikmiş olur. Oysa gözü pek atak ve yeterince düşünmeden karar veren kimse,
tehlikeyi göze alıp işe girişir ve sonuca daha çabuk ulaşır.
Akıllıyı arkada tutma, akılsızı
kılavuz etme: Hangi
işte, hangi yönetimde olursa olsun sağlıklı bir sonuca gidilmek isteniyorsa,
mutlaka iyi ve doğru düşünenlere, işinin ehli ve akıllı kimselere öncelik
verilmelidir; onlar takipçi değil, takip edilenler olmalıdır. Eğer bunun tersi
yapılıp akılsız, ahmak, beceriksiz, anlayışı kıt kimselere öncelik verilir,
onlar iş başına getirilirse yapılan işten olumlu bir sonuç elde edilemez; elde
kalan yalnızca zarar olur.
Akıl para ile satılmaz: İnsanlar akılca eşit değillerdir.
Kimileri akıllı, kimileri aptaldır. Bunu değiştirmek mümkün değildir, böyle de
sürüp gidecektir. Üstelik akıl, somut bir şey de değildir. Sonradan da elde
edilemez, parayla da alınıp satılamaz. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda delice
işler yapan varlıklı insanlar, akıllıca işler yapan yoksul insanlar görürüz.
Eğer akıl parayla satın alınmış olsaydı zenginlerin dilece işler yapmadıklarına
tanık olabilirdik.
Akılsız başın zahmetini (cezasını) ayaklar çeker: 1. İyi düşünüp taşınmadan, eni konu
hesaplamadan verdiğimiz kararlar, yaptığımız girişimler bizi kötü sonuçlarla
karşı karşıya bırakır, çıkmaza sokup oraya buraya koşturur, yorgun düşürür.
Hemen her şeyi yeni baştan yapmak durumuyla yüz yüze getirir. 2. İşin başında
olanların akletmeden verdikleri yanlış karar ve ortaya koydukları tutumların
doğurduğu kötü sonuçların sıkıntılarını, zahmetini buyruk altında çalışanlar
çeker.
Akıl yaşta değil baştadır: İnsanın yaşlanması, aklının artması anlamına gelmez. İnsan
büyüyebilir fakat aklı (kıt) kalabilir. Biliriz ki, pek çok genç yaşça büyük
olanlardan daha akıllıdırlar. İnsanlar yaşlandıkça tecrübe sahibi olabilirler
ama tecrübe akıllı olanların işine yarar, akılsızların değil.
Ak koyunun kara kuzusu da
olur: 1) İyi
ana-babadan kimi zaman kötü huylu çocuklar da olabilir. 2) Çok iyi sandığımız
bir işin, girişimin veya tavrın kötü yanları da bulunabilir. 3) Arkadaş, dost
ve yakınlarımızın kimi kusurlu yanları da bulunabilir.
Akla gelmeyen başa gelir: İnsan her şeyi eksiksiz düşünüp, başına
gelebilecekleri önceden kestirip tedbir alacak güçte değildir. Hiç ummadığı,
beklemediği bir anda başına öyle şey gelir ki, bu şeyi daha önce hiç
düşünmemiştir bile. Bu durumda yapılacak şey endişe ve korkuya kapılmamak,
sakin olmaya çalışmaktır.
Aklına geleni işleme, her ağacı
taşlama: Aklına geleni
hemen gerçekleştirmeye çalışma; önce iyi düşün, taşın, doğabilecek sonuçları
hesapla. Bunun aksine hareket edip iş yapmaya kalkar, her önüne gelene çatarsan
büyük sıkıntılarla karşılaşır, zarar görürsün.
Akraba (dost) ile ye, iç,
alışveriş etme: Hemen
her alışverişin temelinde çıkar yatar. Bu çıkarlar insanları çatışmaya
sürükleyip tatsızlıklara yol açabilir; sonuçta ortaya kırıcı, incitici
davranışlar çıkar. Dolayısıyla alışveriş dostluğu bozucu bir işlev yüklenmiş
olur. Bu ise devamlı görüşen insanlar için hoş bir durum değildir. Bu bakımdan
özellikle kendine güvenemeyenler, dostluklarının devamını dileyenler alışveriş
konusunda dikkatli olmalı, gerekirse birbirleriyle alışverişten
kaçınmalıdırlar.
Akşama karşı gitme, tana karşı
yatma: Yüce Allah,
gündüzü çalışıp rızk kazanma, geceyi de uyku ve dinlenme zamanı olarak
yaratmıştır. Bu sebeple erken kalkıp çalışmalı ve erken yatmalıdır. Yola çıkmak
için de en uygun zaman seher vaktidir, her şey görünür olduğundan daha
güvenlidir. Gece yolculuk yapmaktan mümkünse kaçınmalıdır; gece yolculuğu hem
zor, hem de tehlikelidir.
Akşamın hayrından sabahın şerri
yeğdir (iyidir): Elden
geldiğince işler akşam ya da gece yapılmamalıdır. Sabah görülmesi daha
uygundur. Çünkü gece iş yapmak tehlikelidir. İnsanların en yoğun, yorgun ve
dalgın oldukları zaman bu zamandır. Çalışanların hata yapmaları, işi eksik
görmeleri, verimsiz olmaları gündüze oranla daha fazla olur. Ayrıca gündüz elde
edilebilen imkânlar gece elde edilemez. Bu bakımdan sabahleyin yapılacak iş
kusurlu da olsa, akşam yapılacak işten daha iyidir.
Alacağın olsunda da alakargada
olsun: İnsanlar kolay
kolay borçlu olmak istemezler. Çünkü borç ödemek, özellikle sıkıntıda olanlar
için hayli zordur. Bu bakımdan borçlu olmaktansa alacaklı olmak daima iyi
görülür. Alınması zor da olsa, borçlu olan ödememek için karşı da koysa,
insanın alacaklı olması yine de iyi bir şeydir.
Alacakla verecek (borç)
ödenmez: Kimilerine
borçlu, kimilerinden de alacaklı olabiliriz. Ne var ki, borcumuza karşılık,
alacağımıza güvenip onunla borcumuzu ödeyebileceğimizi düşünmemeliyiz. Böyle
yaparsak tedbirsiz hareket etmiş oluruz. Borcumuzun ödenme günü geldiğinde,
eğer alacağımız bize ödenmemişse zor durumda kalabiliriz. Bu yüzden borcumuzu,
alacağımızla öderiz hesabına gitmek doğru değildir; bu bir tedbirsizliktir.
Alçak uçan yüce konar, yüce uçan alçak konar: İnsanların toplum içindeki yerlerini
tutum ve davranışları belli eder. Kimi insan vardır ki alçak gönüllüdür,
büyüklük taslamaz, insanların mevkilerine göre tavır takınmaz; işte bu kimseler
saygı ve sevgi görür, toplum içinde yükselir. Kimi insan da vardır ki
kibirlidir, herkesi küçük görür, üstünlük taslar; bu insan da hiç sevilip
sayılmaz, toplum içinde de iyi bir yer edinemez.
Alçak yerde yatma sel alır,
yüksek yerde yatma yel alır: İnsan hiçbir işinde aşırılığa kaçmamalı, orta bir yol
izlemelidir. Gerek maddî, gerekse manevî yönden kendisine en uygun olanı
seçmelidir. Orta bir yol izlemeye yanaşmayan insana hem çok düşük, hem de çok
yüksek hayat biçimi zarar verir.
Alçak yer yiğidi hor
gösterir: Elindeki
imkânları sınırlı olan, basit bir görevde bulunan kimse ne kadar değerli olursa
olsun kendini gösteremez; kişiliğini, yeteneğini kanıtlayıp lâyık olduğu yere
gelemez. Bu durumda onun önemsiz görülmesine, etkisiz kalmasına, yitip
gitmesine sebep olur.
Al elmaya taş atan çok
olur: 1) Önemli,
parlak mevkileri elde etmeye çalışan çok olur. 2) Değerli, güzel ve çekici olan
şey herkesin dikkatini çeker. Kimileri onu elde etmeye çalışırken, kimileri de
kıskançlığa düşüp onun aleyhinde çalışırlar.
Alet işler, el övünür: İnsan ne iş yaparsa yapsın, ne kadar
usta olursa olsun, o iş için gerekli araç-gereç olmadan başarı elde edemez.
Durum bu kadar açık olduğu hâlde, araç-gereci bir tarafa atıp kendi ustalığı
ile övünmekten geri durmaz insanoğlu.
Alışmış kudurmuştan beterdir: Bir şeye alışkanlık tutkuyu, tutku da tutsaklığı peşinden
sürükler. Bir şeye alışkın olan, bir anlamda onun tutsağı olmuştur. Artık onu
yöneten alışkanlıklarıdır, kolay kolay bu alışkanlıklardan vazgeçmez. Alışkın
olduğu şeyden kopmamak için her yola başvurur, delice davranışlar gösterir.
Al kaşağıyı gir ahıra, yarası (yağırı) olan gocunsun (gocunur): Bir meseleyi halletmek, bir yolsuzluğu
soruşturmak, bir haksızlığın önüne geçmek için ne gerekirse yapılıp
söylenmelidir. Bu sırada kabahati olan varsın tedirgin olsun, alınıp telâşa
kapılsın.
Allah bir kapıyı kapatırsa
ötekini açar: İşi
büsbütün bozulan, bir çıkmaza düşen insan karamsarlığa kapılıp Yüce Allah`tan
umut kesmemelidir. Çünkü Allah rahmetini esirgemez, O`nun rahmeti boldur. Allah
hiç umulmadık bir anda bir sebep yaratır ve çare gösterir, bize iyi imkânlar
sunar. Yeter ki O`na inanıp güvenelim, O`ndan umut kesmeyelim.
Allah dağına göre kar verir
(verir kışı): Yüce
Allah, her kuluna kaldırabileceği ölçüde yük, sıkıntı verir. Bu kimine az,
kimine çoktur. Herkesin dayanabileceği kadardır.
Allah doğrunun
yardımcısıdır: Yüce
Allah, insanlara neyin eğri, neyin doğru olduğunu kitapları ve peygamberleri
vasıtasıyla göstermiştir. Onun yap dediğini yapan, yapma dediğini yapmayan
doğru yoldadır. Onun istediklerini yerine getiren, haram kıldığı şeylerden
kaçınan, onu bunu aldatmayan, yalan söylemeyen, doğruluktan sapmayan kişiye
Allah yardım eder; o kişi her işte başarı sağlar, kötülük görmez, zarara da
uğramaz. O hâlde doğruluktan şaşmamalıdır.
Allah gümüş kapıyı kaparsa
altın kapıyı açar: İşleri
kötü giden kişi Allah`tan umut kesmemelidir. Rahmeti bol olan Yüce Allah,
kimseyi rızksız koymaz. Allah`ın bir sebeple bizi içine düştüğümüz kötü
durumdan çıkarıp, daha iyi ve güzel bir duruma kavuşturacağına inancımız tam
olmalıdır.
Allah`ın bildiği kuldan saklanmaz: Bütün insanlar, yaptıkları her şeyden yaratıcıları olan Allah`a
karşı sorumludurlar. Allah, kullarının ne yaptıklarını, ne düşündüklerini ve
kalplerinden geçenleri bilir. İnsan, eğer bir suç işlemişse, bu suçundan dolayı
önce Allah`tan korkmalı ve utanmalıdır. Çünkü, hiçbir şeyin kendisine gizli
olmadığı Allah, onun suç işlediğini biliyordur. Bunu gizlemek, o suçu ortadan
kaldırmaz. Öyle ise onu kuldan niçin saklamalıdır?
Allah kulunu kısmeti ile
yaratır: Her insan
dünyaya rızkı ile gelir. Allah, onu mutlaka bir geçim yoluna ulaştırır; bu yol
zor ya da kolay olabilir. Yeter ki insanlar birbirinin rızkına el uzatmasınlar.
Allah sabırlı kulunu
sever: Acı, yoksulluk,
haksızlık ve hastalık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan, olacak
veya gelecek bir şeyi telâşa kapılmadan bekleme erdemidir sabır. Bu, insanın
sahip olabileceği en değerli huylardandır. Böyle kimseler dayanıklı olur,
güçlüklere göğüs gerer, kötülükleri kolay savar, sıkıntıları çabuk atlatır.
Cenab-ı Hak da böyle kullarını sever. Öyleyse bu sevgiye lâyık olmak için
sabırlı olmaya gayret etmeli insan.
Allah sağ eli sol ele muhtaç
etmesin: Birine muhtaç
olup ondan bir şey istemek, istediğinin yerine gelmediğini görmek insana çok
ağır gelir. Bu yüzden bir de hakarete uğramak, hele en yakınından böyle bir
tavır görmek insanı kahreder. Bu sebeple "Allah`a, bizi en yakınımıza dahi
muhtaç etmesin" diye dua etmeyi bir görev bilir insan.
Allah`tan umut kesilmez: Allah, kendisine inananları güç durumda
bırakmaz. En umutsuz anlarında bile bir sebep yaratıp onları sevindirir,
işlerini yoluna kor, durumlarını düzeltir. Bu bakımdan Müslümanlar en kötü ve
umutsuz durumlarında bile karamsarlığa düşüp yalnızlık korkusuna kapılmazlar.
Yüce Allah`ın onlara lütufta bulunacağına, onları koruyacağına gönülden
inanırlar.
Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir: Kiminin gücü az, kiminin yeteneği sınırlıdır. Allah, bu
insanlara da durumlarına göre imkânlar verir; kolaylıklar gösterir; onların da
bir hayat düzeni kurmalarına, geçim yolu bulup barınmalarına yardım eder.
Almadan vermek, Allah`a mahsus
(yaraşır): Hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan, ama ihtiyaç sahiplerinin muhtaç olduğu tek varlık, şanı yüce
olan Allah`tır. Karşılık beklemeden yardım yapmak sadece ve sadece Allah`a
mahsustur. Bu sebeple insanlar yardımlaşırken bir karşılığı gözetirler. Bir şey
verirken almaya gereklilik duyarlar. Öyleyse siz başkasına yardımcı olunuz ki,
başkası da size yardımcı olsun.
Almadığın hayvanı kuyruğundan tutma: Hiçbir zaman alamayacağın bir mala alacakmış gibi, yapamayacağın
bir işe yapacakmış gibi, yanında çalıştıramayacağın bir kişiye çalıştıracakmış
gibi yakın ilgi gösterme. Bu, karşı tarafa boş yere umut vermek olur ki, doğru
bir hareket değildir.
Alma mazlumun âhını, çıkar âheste
âheste: Zalim olma,
kötülük yapıp da can yakma. Yoksa mazlumların bedduasını alır, yaptığın
kötülüklerin cezasını feci şekilde çekersin.
Altın anahtar her kapıyı
açar: Para güçlü bir
araçtır. Paranın halledemeyeceği, ortadan kaldıramayacağı engel ya da mesele
yok gibidir. Çünkü insanlar çıkarlarına, nefislerine düşkündürler. Bu düşkünlük
onları zayıf bırakır. Para da bu zayıf insanları kolayca elde eder. Dolayısıyla
karşılığını para ile ödediğinizde, insanlar pek çok engeli önünüzden kaldırır;
istediğiniz şeyi kolayca elde edersiniz.
Altın eli bıçak kesmez: 1) Zengin kişi para ile pek çok
meselesini halleder, paranın gücü sebebiyle ona zarar vermek zorlaşır. 2)
Hünerli, işinin ehli kimseyi hayat zorlukları kolay kolay etkileyemez. Bir an
zorluklar onu sarssa bile, o yılmadan çalışır; işlerini yoluna kor ve hayatını
sürdürür.
Altın eşik, gümüş eşiğe muhtaç
olur: Ne varlığa, ne
makama güvenmemeli; hiç kimseye yukarıdan bakılmamalıdır. Gün gelir insan
elindeki varlığı yitirip yoksullaşabilir, bir zamanlar kendisinden daha yoksul
olan bir kişiye muhtaç olabilir. Mevkisini de kaybedebilir ve kendisinden daha
önce altta olan insanların emrinde çalışmaya mecbur kalabilir.
Altın yere düşmekle pul
olmaz: Yetenekli,
dürüst ve değerli bir kişi bulunduğu yüksek yeri (makam-mevki) yitirip önemsiz
bir yerde bulunmak zorunda kalsa bile değerinden bir şey kaybetmez.
Altı olur, yedi olur, hep
Allah`ın dediği olur: İnsanoğlu
ne tür hesaplar ve plânlar yaparsa yapsın, ne tür ihtimalleri göz önüne alırsa
alsın, sonuçta Allah ne dilemişse o olur. Bunun için "takdir, tedbiri
bozar" demişlerdir.
Aman diyene kılıç kalkmaz
(Eğilen baş kesilmez): Yiğitliğinize,
mertliğinize güvenerek teslim olan kişi size sığınıyor; canının da sizin
tarafınızdan korunmasını istiyor demektir. Böyle bir durumda ona kötülük yapmak
ya da onu öldürmek doğru değildir. Aksi bir tavır insanlık dışı bir hareket
olur, meğer ki sığınan kişi düşman bile olsa.
Ana evlâdını atmış, yar başında
tutmuş: Biliriz ki,
çocuğu en fazla seven, ona en fazla emeği geçen, onu en fazla koruyan, onunla
en fazla bütünleşen genellikle annedir. Bu sebeple ona ne kadar kızarsa kızsın,
ondan ne kadar nefret ederse etsin, bu durumunu devamlı sürdürmesi düşünülemez.
Çocuğun tehlikeye düştüğü bir anda, annelik içgüdüleri harekete geçer ve onu
korumaya çalışır.
Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar
olmaz: Şehirler içinde
Bağdat öteden beri güzel, önemli ve gözde şehirlerden biridir. İnsanı kendine
çeken, pek çok şehirde bulunmayan özelliklere sahiptir. Annenin de diğer
insanlar içinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Onun kadar çocuğunu seven,
çocuğuna gönülden bağlı bir yakın, bir dost yoktur insanlar içinde. Ne zaman
başımız dara düşse hemen o koşar, elimizden tutmaya o çalışır.Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini
al: Nasıl parçasına
bakarak bir kumaşın niteliğini anlamak olası ise, bir kızın niteliğini de
annesine bakarak anlamak olasıdır. Çünkü; kızının yetişip kişilik edinmesinden
annesinin büyük etkisi vardır. Bu bakımdan kızlar, birçok yönleriyle annelerine
benzerler. Evlenecekler, bir kız hakkında fikir edinmek isteyenler, annesini
incelerlerse yanılma payları azalır.
Anlayana sivrisinek saz,
anlamayana davul zurna az: Kimi meseleleri üstü kapalı, bazı ipuçları vererek şöyle bir
anlatmak zorunluluğu hasıl olur. Anlayışlı kimseler bu tür konuşmadan ne denmek
istendiğini kolayca anlarlar. Ama kavrayışı kıt kimseler ne kadar açık
anlatılırsa anlatılsın, ne kadar tekrar edilirse edilsin ne denmek istendiğini
bir türlü anlayamazlar.
Araba devrilince (teker
kırılınca) yol gösteren çok olur: İnsanlar her nedense her şey olup bittikten, işler bozulduktan,
ortaya kötü bir sonuç çıktıktan sonra "niçin böyle yaptın, şöyle
yapsaydın, bu yolu tutmalıydın" gibi sözler söylemeyi alışkanlık
edinmişlerdir. Önemli olan yapma biçimindeki yanlışlığı, tutulan yoldaki
tehlikeyi önceden görmek ve uyarıda bulunmaktır.
Araba ile tavşan
avlanmaz: Hemen her iş
ayrı bir araç, yol ve yöntemi gerekli kılar. Başarıya ulaşılmak isteniyorsa o
iş için uygun olanlar seçilmelidir. Eğer bunun dışına çıkılırsa başarıdan söz
edilemez.
Arabanın ön tekeri nereden geçerse arka tekeri de oradan geçer: 1) Büyükler nasıl bir davranış veya
yaşayış yolu tutmuşlarsa çocuklar da onları taklit eder, onların izinden gider.
2) Yönetenlerin tavır biçimi, zamanla yönetilenlere geçer.
Ar dünyası değil kâr
dünyası: 1) Yaptığı iş
eğer namusuna dokunmuyor, onurunu zedelemiyorsa geçim için şu ya da bu işi
yapmalı insan; utanıp sıkılmadan para kazanmalıdır. 2) Kimi insanlar vardır ki,
namus ve onur denen değerleri bir tarafa fırlatmış, çıkar için her türlü işi
yapmaktadırlar.
Arı bal alacak çiçeği
bilir: Bazı kimseler,
açıkgöz insanlar ve işinin uzmanı olanlar, çıkar sağlayabilecekleri, kazanç
elde edecekleri yerleri gayet iyi bilirler.
Arı, kızdıranı sokar: Hiçbir insan durup dururken çoklukla
birinin canını yakmaz. Kişi ancak kendisini kızdırıp bunaltana, sataşıp
ilişene, kötülük yapana karşı ister istemez eyleme geçer; saldırır ve zarar
verir.
Arık öküze bıçak
çalınmaz: Güçsüz,
zayıf, kendisini zor ayakta tutan kimselerden yararlanmaya çalışmak, onlara
eziyet edip çile çektirmek doğru değildir; bu yiğitliğin ve insanlığın şaşına
yakışmaz.
Arpa eken buğday biçmez: 1) Kötü bir davranışta bulunan insan
iyilik göremez. 2) Yapmaya çalıştığı işin üzerinde lâyıkıyla durmayan ondan iyi
sonuç alamaz.
Arsızın yüzüne tükürmüşler,
"yağmur yağıyor" demiş: Arsız insan kişiliğini, saygınlığını, utanma duygusunu yitirmiş
insandır. Dolayısıyla o ne kadar ağır hareket görse, söz işitse yine de aldırış
etmez; pişkinliğe vurup iyi bile karşılar.
Arslan yatağından (yattığı
yerden) bellidir (belli olur): İnsanların kişilikleri ile sürekli bulundukları yerler arasında
bir özdeşlik kurmak mümkündür. Bir kimsenin kişiliği çalıştığı iş yerinin
niteliğinden; yatıp kalktığı evin temizliğinden, düzeninden anlaşılır.
Asil azmaz, bal kokmaz (kokarsa
yağ kokar, çünkü aslı ayrandır).
Kendine has özellikleri bulunan bir nesne ne denli biçim değiştirirse
değiştirsin, aslî özelliğini yitirmez. Bu durum insan için de söz konusudur.
Soylu bir aileden gelen insanlar ne denli büyük bir sarsıntı geçirirlerse
geçirsinler, bayağı bir duruma düşüp yozlaşmazlar; soyluluklarını yitirmezler.
Ama mayalarında kötülük, noksanlık bulunan kimseler için böyle bir şeyden söz
edilemez; onlar eninde sonunda bir açık verirler, olumsuz yanlarını dışa
vururlar.
Aslını inkâr eden (saklayan)
haramzadedir: Bir
insan çarpık bir ailenin üyesi olabilir; yoksul, eğitim görmemiş kaba bir
aileden gelebilir. Bu durumunu birilerinden saklamak ve onlara karşı bir utanç
kaynağı olarak görmek son derece yanlıştır. Çünkü insan, böyle bir aileden
gelmekle değersiz olamaz. Kendisini değerli ya da değersiz kılmak kendi
elindedir. Böyle bir tavrı da ancak zayıf karakterli insanlar gösterebilir ya
da bu tavır ancak piçlere yaraşır.
Âşığa Bağdat sorulmaz (ırak
değildir): Kim ki bir
şeyi elde etmek ister, ona taşkın bir kavuşma isteğiyle yanıp tutuşur, o
kimseye zor şartlar ağır gelmez; o, her türlü çabayı gösterir; her türlü
fedakârlığa katlanır.
Âşık âlemi kör, dört yanını duvar sanır: Aşk duygusuyla dolup taşan kişi, bu derin sevginin
etkisiyle ne yaptığını bilemez; hoşa gitmeyecek davranışlarda bulunur, sanki
bilincini kaybetmiş gibidir; yapıp ettiklerini kimse bilmez, görmez ve
söylediklerini kimse işitmez sanır.
Aşını, eşini, işini bil: Doğru, düzgün, sağlıklı, mutlu ve
verimli bir hayat mı yaşamak istiyorsun? O hâlde yiyeceğine dikkat et, temiz ve
helâl ye. Eşini ve arkadaşını iyi seç, kötülerden uzak dur. Bir iş edin,
edindiğin işe sahip çık, onu lâyıkıyla yap.
Aş taşınca kepçeye paha
olmaz: Kimi değersiz
görülen, bir kenara atılmış bulunan araçlar bir zaman gelir gerekli olurlar;
bir zararı önlemeye yararlar. İşte o zaman değerleri birden bire artar, kıymet
biçilemez olurlar.
At, adımına göre değil, adamına
göre yürür: Bir atın
yürümesi ya da koşması, doğrudan sırtındaki binicisinin yönetimine bağlıdır;
binici ne isterse onu yapar; koşar, durur ya da yavaş gider. Bir işin akışı da
böyledir. İşin sonucu, verimli yahut verimsiz oluşu, o işi yapanın bilgi,
beceri çaba ve tutumuna bağlıdır.
Ata eyer gerek, eyere er
gerek: Çıplak ata
binmek oldukça zordur. Ata binmeyi kolaylaştıran eyerdir. Ancak bu yeterli
değildir. Atın üzerinde oturacak kimse eyerin hakkını vermeli ve başarılı
olmalıdır. Bunu da ancak yiğit olan yapar. Bir iş için de durum bundan farklı
değildir. Yapılan işten verim alınmak isteniyorsa, önce işte kullanılacak
araçlar sağlanmalı; sonra da iş ve araçlar işini iyi bilen, bunları
kullanabilecek birine teslim edilmelidir.
Atanın (babanın) sanatı oğula
mirastır: Çocuklar
küçük yaşlarda öncelikle babalarının yaptıkları işlerle ilgilenirler. Babanın
oğulla yakın ilişkisi, çocuğun giderek babasının yaptığı işi öğrenmesine yol
açar. Baba da bunun için özel bir çaba sarf etmişse, çocukta, bu işi öğrenme
yolu kalıcı olur. Büyüyünce kendisi de bu sanatla uğraşır, geçimini bu yolla
sağlamaya çalışır.
Atasını tanımayan Allah`ını
tanımaz: Ana-babaya
değer vermek, onlara saygı-sevgi göstermek, onlara dar günlerinde yardımcı
olmak, onlara "öf" bile dememek Yüce Allah`ın buyruklarındandır. Bu
buyruklara itaat etmeyen, ana-babaya gerekli ilgiyi göstermeyen, onlara karşı
gelen bir kimse Allah`a da karşı geliyor demektir.
At binenin (iş bilenin), kılıç
kuşananın: 1) Kim ki
bir işi beceriyor, bir şeyi kullanıyor, bir şeyden gerektiği gibi faydalanıyor,
o şeye sahip olmalıdır; en uygunu, yakışanı da budur. 2) Kim ki başkasının
yararlanmadığı, yararlanmasını bilmediği bir şeyi elinde tutuyor ve ondan
yararlanıyorsa, o şey, mal sahibinden çok onun sayılır.
At binicisini tanır (bilir): Emir altında çalışan kişi, kendisini yönetenin işten anlayıp
anlamadığını, ne isteyip istemediğini, hangi olay karşısında nasıl tavır
takındığını bilir; işini de ona göre yapar ve yürütür.
Ateş düştüğü yeri yakar: Bir felâket ya da üzücü olay gerçek
anlamda ona uğrayana, yalnızca ilgili kimselere acı verir; onların yüreklerini
yakar. Başkalarının, uzak kimselerin duydukları acı, gösterdikleri üzüntü ise
yüzeyseldir; kalıcı değil, gelip geçicidir.
Ateşle barut bir yerde
durmaz: Bir arada
bulunmaları çok tehlikeli görülen şeyler birbirinden uzak bir yerde
tutulmalıdırlar.
Ateş olmayan yerden duman
çıkmaz: Bir olay ya da
durumun varlığı, gerçekten ortada olup olmadığı, belirtisinin görülmesiyle
anlaşılacak bir şeydir. Eğer meydanda bir belirti varsa, olay veya durum da var
demektir.
Atılan ok geri dönmez: Kimi zaman iyi düşünüp taşınmadan,
olacakları hesaplamadan bazı eylemlere girişir ve sonuçta pişman olur insan. O
anda ilk durumuna dönmek ister ama bu mümkün değildir. Çünkü olan olmuş, iş
işten geçmiştir çoktan.
Atın bahtsızı arabaya
düşer: Kimi değerli,
yetenekli ama talihsiz kimseler, kişiliklerine uymayan kötü ve bayağı işlerde
çalıştırılır; görevlere itilir.
Atın ölümü arpadan olsun: Bir şeye tutkun olan, bir şeyin uzun
süre yokluğunu çeken kimi kişiler, kendilerine zarar vereceğini bile bile o
şeyi kullanmaktan çekinmezler ve şöyle düşünürler: "Sevdiğim şeye özlem
duyarak yaşamaktansa, onu çokça (aşırı ölçüde) kullanıp (yiyip) hasta olayım;
hatta öleyim."
Atın ürkeği, yiğidin
korkağı: 1) Yiğit de,
at da doğacak bir tehlikeye karşı hep tetikte bulunmalı; uyanık davranıp
duyarlı olmalıdır. 2) Atın da, yiğidin de korkağından kaçınmalı; onlardan hayır
gelmez.
Atlar nallanırken kurbağa
ayağını uzatmaz: Meydanda
olan şu ki, insana değer, nitelik ve kişiliğine göre davranılır; iş verilir. Bu
bakımdan kişi başkalarını ilgilendiren konularda ortaya atılmamalıdır. Ayrıca,
değersiz bir kimse de kıymetli ve nitelikli kişilere gösterilen ilgiyi ne
beklemeli, ne de ummalıdır.
Atlasa kıl yapışmaz: Dürüst, temiz, kötülükten uzak, işinde
başarılı kimseler hakkında söylenen karalayıcı sözler, yapılan iftiralar havada
kalır; boşuna söylenmiş olur, onlara bu sözlerin mazarratı bulaşmaz.
At ölür, itlere bayram
olur: Kimi yararlı,
kıymetli, şahsiyet sahibi kimselerin ölmesi; bulunduğu görevden ayrılması ya da
alınması kimi çıkarcı, kıskanç ve aşağılık kimselerin işine gelir; onların
sevinmesine yol açar.
At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır: Dünyadaki her canlı gibi at da ölümlüdür. Günü gelince o
da bu dünyadan ayrılır. Ama onun koştuğu, gezdiği meydan onunla gitmez;
kendisinden sonrakilere kalır ve onu hatırlatır. İnsan için de durum atınkinden
farklı değildir. O da ölümlüdür. Doğacak, yaşayacak ve ölecektir. Ne var ki, bu
dünyadan ayrılırken bıraktığı izler sürüp gidecektir. İnsanlar bu dünyada bu
izleriyle anılacaklardır. Önemli olan dünya hayatında iyi bir iz (nam) bırakmak
ve rahmetle anılmaktır. Bu bakımdan kişi daha yaşarken adını yaşatacak iyi
işler yapmalıdır. Unutulmamalıdır ki, yaşarken iyi işler yapan, iyi eserler
bırakan kişiler öldükten sonra da unutulmazlar; onları tanıtan eserleriyle de
gelecek kuşaklara taşınırlar.
At sahibine (biniciye) göre
eşer (kişner): Yönetilen
veya buyruk altında çalışan kişi, tutumunu ya da çalışmasını yöneticisinin
tavrına göre ayarlar. Bu sebeple yönetilen değil yöneten, çalışan değil
çalıştırıcı daha önemlidir.
At yiğidin yoldaşıdır: Çok açık olarak bilinen bir şey ki,
göçebe bir millet olan Türkler için at, savaşta ya da barışta candan bir
dosttur. Hemen her saati onunla geçer. At, Türkler için soyluluğun, yiğitliğin,
vefakârlığın, yararlılığın ve inceliğin bir sembolüdür. Silâhsız er
düşünülemediği gibi, atsız er de düşünülmemiştir. Dolayısıyla at, Türk`ün
edebiyatına girmiş ve önemli bir motif oluşturmuştur. At hakkında şiir,
menkıbe, masal, atasözü söylenmiş; risaleler kaleme alınmış, âdeta ona insan
gibi muamele edilmiştir.
Ava gelmez kuş olmaz, başa
gelmez iş olmaz: Uçsuz
bucaksız gökyüzünde uçan, istediği yere ulaşabilen kuşlar bile avlanmak
tehlikesinden kurtulamazlar. Hele usta avcılar da varsa tehlike daha da artar.
İnsanlar da benzer biçimde tehlikelerden uzak değillerdir. Hiç ummadıkları
çeşitli felâketlerle karşılaşabilir, dert ve sıkıntılara düşebilirler. İnsan
kendini ne kadar güvenlik alanına çekmeye çalışırsa çalışsın dert, sıkıntı,
tehlike, kaza ve türlü işlerden yakasını kurtaramaz.
Ava giden avlanır: Bir çıkar sağlamak için birilerine tuzak
kuran, onları aldatan, onlara zarar vermeye çalışan kimse, yapmaya çalıştığı
kötülüğe kendisi düşer; zarara uğrar.
Av avlayanın, kemer
bağlayanın: Bir uğraş
vererek bir şeyi ele geçiren kimse, onu hak eder; o, onundur. Doğrusu ve
yakışık alanı da budur. Aksini düşünmek yanlıştır. Bunun yanında, bir şey, onu
kullanmasını becerip faydalanmasını bilenindir.
Avrat var ev yapar, avrat var
ev yıkar: Kimi
becerikli, iyi huylu kadınlar vardır ki, yoksulluk içinde bile olsa onlar eve
bir çeki düzen verir; temiz tutar, evi yaşanacak hâle getirirler; içten, samimî
davranışlarıyla yuvalarını mutlulukla doldururlar. Kimi kadınlar da vardır ki,
huysuzlukları, beceriksizlikleri, kötü davranışlarıyla ailenin düzenini ve
mutluluğunu bozarlar. Bolluk içinde bile olsalar, onların tertipsizlikleri,
düzensizlikleri, beceriksizlikleri yüzünden ailede huzur kalmaz; onların bu
tabiatları yüzünden aile kötüye gider, perişan olur ve sonunda yıkılır.
Avucunu yala: Beklendiği halde gelmeyen, umulduğu halde
gerçekleşmeyen bir murad veya bir kısmet için, hayal kuran kimseye, çoğunlukla
"avucunu yaladı" derler. Bu söz, kışın karlı ve soğuk havalarda inine
kapanarak, avuç içlerini veya tabanlarının altını yalamak suretiyle karın
doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır.
Ayağa değmedik taş olmaz, başa
gelmedik iş olmaz: Hayat
öyle pürüzsüz, gailesiz değildir. İnsanoğlu yaşadığı hayat süresince çeşitli
engeller, güçlükler ve olaylarla karşılaşır. Sıkıntılara, çeşitli felâketlere
uğrar. Kimi zaman tersi de olmaz değildir, rahata ve mutluluğa da kavuşur.
Ayağını sıcak tut, başını
serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin: Sağlıklı olmak, türlü hastalıklardan korunmak için ayağı
sıcak, başı da serin tutmak oldukça faydalıdır. Beden sağlığımızı düşündüğümüz
gibi ruh sağlığımızı da düşünmek zorundayız. Bunun için de her sorunu dert
etmemeli, olur olmaz şeylere üzülmemeliyiz; sabırlı ve geniş gönüllü olmalı,
rahat hareket etmeliyiz.
Ayağını yorganına göre
uzat: Dengeli yaşamak
isteyen insan mutlaka gelirini, giderine göre ayarlamalıdır. Harcamalar geliri
aşmamalı, imkânlar zorlanmamalıdır. Aksine bir hareket bütçeyi sarsar, dengeyi
bozar, insanı sıkıntıya sokup rahatsız eder.
Ayağı yürüten baştır: Bedensel hareketlerimizin tümü beynin
bulunduğu kafaya bağlıdır, kafaya göre bir yön tutar ve gelişir. Bunun gibi bir
işçinin verimli iş yapmasını, bir toplumun dirlik düzenlik içinde yol tutmasını
da başta bulunan yöneticiler sağlar.
Ayı görmeden bayram etme: Müslümanlar Ramazan orucuna gökte hilâli
(ay`ı) görünce başlarlar; oruç bitince, yani bir ay sonra yine gökte hilâli
görünce bayram ederler. Ayı görme işi de son derece dikkat isteyen bir iştir.
İnsanlar ayı görmeden nasıl bayram yapamıyorlarsa, sen de bir iş gerçekleşmeden
ona oldu gözü ile bakıp de sevinme; dikkatli ol, ola ki bir sebep yüzünden iş
gerçekleşmeyebilir, üzülebilirsin.Ayıpsız yâr (dost) arayan, yârsız (dostsuz) kalır: Hemen her şeyin, her insanın bir kusuru,
bir eksiği vardır. Hatasız kul olmaz. Dolayısıyla insanın mükemmel bir dost,
arkadaş ve sevgili aramaya çalışması boşunadır. Böyle bir dost bulamayacağı
gibi, dostsuz kalması da mümkündür. Bu bakımdan insan bir şey elde etmek, bir
dost bulmak istiyorsa onları kusurları ile kabul etmeye hazır olmalıdır.
Ay ışığında ceviz silkinmez: Bir işten iyi, verimli bir sonuç alınmak isteniyorsa, o işin
şartları da, araçları da yeterli ve uygun olmalıdır. Aksi takdirde kötü bir
sonuçla karşı karşıya kalması mukadder olur.
Aza demişler:
"Nereye?", "Çoğun yanına" demiş: Çok, her zaman azdan daha baskın çıkar.
Bu bakımdan genellikle her şeyin azı, çoğa boyun eğer; yahut az, çoğa uyar.
Büyük sermaye, küçük sermayeye fırsat vermez; onu idare eder. Bir toplumda
çoğun oyu, azın oyunu geçersiz kılar; dolayısıyla az oy sahipleri, çok oy
sahiplerine uymak zorunda kalırlar.
Aza kanaat etmeyen çoğu hiç
bulamaz: Kim ki
elindekinden hoşnut olmuyor, onu yeter bulmuyor, onunla yetinmiyor, daha
fazlasını istiyor ve onu hor görüp geri çeviriyorsa büyük bir hata işliyor
demektir. Çünkü çoklar, azların (küçük şeylerin) birikmesiyle meydana gelir.
Küçük şeylere sahip çıkmayan, onların birikmesiyle olmuş olan çoğu da kaybetmiş
sayılır.
Azıcık aşım, kaygısız (ağrısız)
başım: Aralıksız
çalışarak, çeşitli sıkıntılara katlanarak, amansız zorluklara göğüs gererek
zenginlere özgü bir hayat yaşamaktansa, didişmelerden ve çekişmelerden uzak,
gösterişsiz ve sakin bir hayat sürmek daha yeğdir.
Az söyle, çok dinle: Dinlemek, öğrenmenin güzel bir yoludur.
Kulak vererek dinleyen insan pek çok şey öğrenebilir. Oysa çok konuşan insanda
yanılma payı (özellikle bilmediği konularda) çok olur, hata yapma ihtimalî de
artar. Ayrıca kişi yanlış ve çok konuşmalarıyla çevresindekileri rahatsız da
edebilir.
Az tamah çok ziyan
getirir: Elindekiyle
yetinmeyen, daha fazlasını isteyen, isteklerine kavuşmak için çeşitli yollara
başvuran insan, bu tutumundan ötürü zarara uğrar. Çünkü aç gözlülüğün sebebiyle
ihtiyatsız davranmış ve tehlikenin içine düşmüştür. Bu gibi kişiler kimi zaman
ellerindekileri de kaybederler.
Az veren candan, çok veren
maldan: Varolalı beri
insan, insanın yardımına ihtiyaç duymuştur. Bu bakımdan ihtiyaç sahibine
yardımda bulunmak bir insanlık görevi hâline gelmiştir. Kimi yoksul kimseler
birilerine yardım ya da armağan olarak bir şey verirlerse (küçük de olsa) bu
onlar için bir fedakârlıktır. Çünkü verdikleri şeyden kendilerinde de yok
denecek kadar az bulunmaktadır. Dolayısıyla yardımları ya da armağanları
yürekten, içten ve candandır. Bunun yanında zengin olanın yapacağı yardım,
fakirin yaptığı yardımdan daha fazla olabilir. Ancak bu onun için fedakârlık
sayılmaz. Çünkü ihtiyacından fazla olan malından vermiştir. Dolayısıyla verdiği
malın yoksulluğunu çekmiyordur o.
Baba
koruk (ekşi elma, erik) yer, oğlunun dişi kamaşır: Bir babanın yaptığı kötü iş, sürekli
tekrarladığı uygunsuz hareketler her nedense aileye yüklenmeye çalışılır.
Toplum içinde de bunun sıkıntısını en çok, çocuk çeker; en çok o, güç duruma
düşer.
Baba malı tez tükenir, evlât gerek kazana: Çoklukla insanlar bir emek vererek kazanmadıkları malın
değerini pek bilmezler, meğer ki bu baba malı ola. Babadan kalan mal, mülk ya
da para hazır olduğu, değeri de pek bilinmediği için kolay ve çabuk harcanır;
tez biter. Bu bakımdan babadan kalan mirasa güvenip çalışmamak, bir kazanç yolu
tutmamak son derece sakıncalıdır. Kişilik sahibi olan kimse ise baba malına
güvenmez, alın teri dökerek kazanmaya çalışır, kazandığının değerini de bilir,
ona sahip çıkar, dolayısıyla onu dikkatle harcar.
Baca eğri de olsa duman doğru çıkar: Dürüst, doğru, iyi ve güzel vasıflarını doğuştan getiren insan,
ne denli bozuk, elverişsiz ortamlarda bulunursa bulunsun niteliklerini
kaybetmeyip korur. Bu durum nesneler için de geçerlidir.
Bağa bak üzüm olsun, yemeye
yüzün olsun (Bağda izin olsun, üzüm yemeye yüzün olsun): Bir bağın bağ olması için gereken bakım
gösterilmelidir. Üzümler zamanında budanmalı, gübrelenmeli, çapalanmalı ve
sulanmalıdır. Bu yapılmazsa o bağdan istenilen üzüm alınamaz. Bu da bize
gösteriyor ki emekle üzüm arasında sıkı bir ilişki var. Bir kişi bir şeyden
verim bekliyor, fayda temin etmek istiyorsa gereken çabayı göstermeli; gerekli
harcamalardan kaçmamalı, o şeye iyi bakmalıdır. Aksi takdirde o şeyden
yararlanmaya yüzü olmaz.
Bağla atını, ısmarla Hakk`a: Hayvanların bir yerde durmaları isteniyorsa onları mutlaka
bağlamak gerekir. Bu durum at için de geçerlidir. Eğer onu başı boş bırakırsak
oradan uzaklaşıp kaybolabilir, başına türlü hâl gelebilir. Bunun gibi pek çok
şeyde önce tedbir alınmalı, sonra da Allah`a havale etmeliyiz. Kısacası önce
tedbir, sonra tevekkül her işte kural olmalıdır.
Bağlı koyun yerinde
otlar: Nasıl ki bağlı
koyun, bağlı olduğu ipin izin verdiği sınırların dışına çıkıp otlayamıyorsa,
kimi insanlar da ellerinde olan imkânın dışına çıkıp iş göremezler; ellerindeki
imkân ne kadarsa o kadar başarılı olurlar. Fazla imkânlara kavuşmak, becerikli
insanların daha verimli ve başarılı olmalarına kapı aralar. Bu sebeple onlara
gerekli olan imkân ve fırsat verilmelidir.
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ
olur: İster bağ, ister
iş yeri, isterse bir eşya olsun, ona gerekli bakımı gösterirsek beklediğimiz
faydaya kavuşuruz. Bir bağa bakmaz, onu çapalamaz, budamasını yapmaz, yabancı
otlardan temizlemez ve gübrelemezsek bir zaman sonra onu dağa, verimsiz bir
yere dönmüş görebiliriz. Bakımı olmayan bir iş yeri, bir eşya için de durum bundan
farklı değildir. Bakımdan uzak tutulmuş bir iş yerinde düzen gözetilmezse
aksaklıklar giderek büyür, önü alınamaz olur, sonunda iş yeri iflasın eşiğine
gelebilir. Bir eşyanın bozuk, kırık, eksik bir yanı yerinde ve zamanında
giderilmezse, o eşya bir süre sonra kullanılamayacak hâle gelir.
Unutulmamalıdır ki, bakılan ve onarılan şeyler ancak yararlanılacak şeyler
olarak ortada kalır.
Bakmakla usta olunsa, köpekler
(kediler) kasap olurdu: Öğrenmenin
esası denemeye ve yapmaya dayanır. Bir şey, başkasının yaptığı işe bakılarak
öğrenilemez. Eğer bilgi ve becerinin de kazanılmasının yapmaya dayandığı
düşünülürse, bir işin öğrenilmesinin seyretmeye değil, bizzat denemeye ve o iş
üzerinde çalışmaya bağlı olduğu daha açıkça görülür. Ustalık da ancak böyle elde
edilir.
Bal bal demekle ağız
tatlanmaz: Bir şeyin
yalnızca adını etmekle, onun hakkında tatlı sözler söylemekle o şeye
kavuşulmaz. Önemli olan gerekli girişimlerde bulunup onu ele geçirmek için
uğraş vermektir.Balık ağa
girdikten sonra aklı başına gelir: Çoklukla düşünüp taşınmadan, olacakları hesaplamadan işe
kalkışan insan, bu ihtiyatsızlığı sebebiyle bir felâkete düştükten sonra aklını
başına toplar; kendine gelip uyanır. Ama dövünmesi, çırpınması bir fayda
vermez; çünkü iş işten geçmiş olur.
Balık baştan avlanır: Bir yeri yöneten oraya hâkim demektir.
Eğer bir yeri ele geçirmek istiyorsan, oranın hâkimi olan yöneticileri ele
geçirmen yeter.
Balık baştan kokar: Gerek bir aile, gerek bir topluluk ve
gerekse bir ülkede baştaki yöneticilerin niyetleri ve tutumları bozuksa o
yerdeki her şey de bozuk ve düzensiz olur. Ortada değerini koruyan bir şey
kalmaz.Balın olsun tek, sinek
Bağdat`tan gelir: 1)
Yeter ki malın, mülkün ve paran olsun; ondan faydalanmak isteyen pek çok kimse
olduğuna, hatta bunlardan kimilerinin çok uzaklardan geldiğine bile şahit
olacaksın. 2) Kıymetli bir malın mı var? Kaygılanma, onun müşterisi eninde
sonunda mutlaka çıkıp gelir.
Balta değmedik (girmedik) ağaç
(orman) olmaz: Hayat
öyle çetrefilli bir yoldur ki, zorluk, felâket ve acılarla karşılaşmayan, bir
zarar görmeyen kimse yoktur.
Bal tutan parmağını
yalar: Başkalarına
yararı dokunan yerlerde çalışan, onlara iyi ve güzel şeyleri sunmakla görevli
bulunan kimse, ürettiğinden ya da dağıttığından kendisi de faydalanır.
Genellikle bu tutum da hoş görülmeye çalışılır. Çünkü o görevi yapan bunu hak
ediyor kanaati yaygın hâle gelmiştir.
Bana benden her ne olursa,
başım rahat bulur dilim susarsa: 1. Hemen her kişi kendi geleceğini kendisi hazırlar. Kendisine
gelecek zararların ya da faydaların tümü onun tutumuna bağlıdır, her şeyin
sorumlusu o olur. 2. Ne söylediğini bilmeyen, sözlerinin onu nereye
ulaştıracağını hesap etmeyen, lüzumsuz ve çok konuşan kimse, dili yüzünden
çeşitli zararlara uğrar. Aksine diline bir çeki düzen veren, susmasını bilen ve
ancak gerektiği yerde konuşan kimseler bu belâlardan uzak olur.
Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın: Bazı bencil,
çıkarcı kimseler vardır ki, onlar, sırf kendilerine zarar vermiyor diye kötülük
yapan kimselere engel olmazlar. Onların başkalarına kötülük yapmalarına, bu
kötülüklerinin bütün bir toplumu zarara uğratmalarına ses dahi çıkarmazlar;
onlara dokunmamaya çalışırlar. Oysa bu tavır son derece yanlıştır. Yalnız
kendimizi değil, toplumun diğer bireylerini de düşünmek zorundayız. Bana ne
demek, nemelâzımcı olmak toplumun dirlik ve düzenliğini temelden bozacak bir
harekete yol açar.
Baskın basanındır: Kim
ki savaşta düşmanını gafil avlayıp fırsat vermeden hücum ederse, zaferi elde
eder; savaşı kazanır.
Baskısız (çivisiz) yongayı
(tahtayı) yel (el) alır, sahipsiz tarlayı sel alır: 1) İyi korunmayan araç ve gereçler çabuk
yıpranır; sahiplenilmeyen mallar elden gider, onlara başkaları sahip çıkar. 2)
Çocukların ya da gençlerin denetimini ve gözetimini iyi yapmalı; aksi takdirde
onlar kötü yollara düşebilir, zararlı alışkanlıkların tutsağı olabilirler.
Bunların yanında aile ile bağları kopup ilişkileri tamamen kesilebilir.
Başa gelen çekilir: Ne kadar istersek isteyelim kimi
felâketleri, kötü durumları önleyemeyiz; üstümüze çöken acılara katlanmaktan
başka bir şey gelmez elimizden. Bu durumda yapılacak tek şey sabırlı olmak,
sıkıntılara katlanmayı bilmektir.
Başa gelmeyince bilinmez: İnsan başkalarının uğradığı
felâketlerin, dertlerin ne denli acı olduğunu gerektiği gibi idrak edemez. Ne
zaman ki benzer bir olayla karşılaşır ve acıyı tadar, işte o zaman anlar.
Baş başa bağlı, baş da
şeriata: Bulunduğumuz
yerdeki yöneticiler, bir üst yöneticiye; üst yönetici ise en üst yöneticiye; o
da şeriata, yani Cenab-ı Hakk`ın koymuş olduğu kanunlara bağlıdır. İnsanların
başına buyruk hareket etmeleri böylelikle önlenir, bir sorumluluk zinciri
oluşturulur. Alttakiler üsttekilere, üsttekiler de şeriate karşı sorumlu
olurlar. Bu durum toplumların genel düzenini sağlamış olur. Ancak günümüzde bu
sorumluluk bağı şeriatla değil, lâik kanunlarla sağlanmaya çalışılmaktadır.
Baş başa vermeyince taş
yerinden kalkmaz: Bir
insanın gücü sınırlıdır, tek başına her işi yapamaz. Kimi zor işleri yapması
için de başka insanların gücüne, işbirliğine ihtiyaç duyar. Güçler
birleştirilince zor işlerin yapılması da kolaylaşır. Çünkü birlikten kuvvet
doğar.
Baş dille tartılır: Kişilerin ne kadar akıllı, ne kadar
düşünceli oldukları söyledikleri sözlerle ölçülür. Çünkü konuşmaların tutarlı
ve yerinde olup olmaması böyle bir ölçüm için en elverişli yolların başında
gelir.
Başını acemi berbere teslim
eden, pamuğunu cebinde taşısın: Bir işin yapılmasını tecrübesiz, beceriksiz, ustalığı olmayan
kişilere teslim eden, meydana gelebilecek zararlara katlanmaya da hazır
olmalıdır.
Baş kes, yaş kesme: Tabiatı zengin kılan, bir yeri
yaşanılacak hâle getiren unsurların başında ağaç gelir. Hayatımız için
yararları o kadar çoktur ki, yaş bir ağaç kesmek, bir insan öldürmek gibidir.
Baş nereye giderse ayak da oraya gider: 1) Küçükler çoklukla büyükleri taklit ederler. Onlara
özenir, onların yaptıklarını yapmaya çalışırlar. 2) Bir ülkede iş başında
bulunanlar, bir iş yerini yönetenler nasıl hareket edip bir yol izlerlerse,
yönetilenler de onlar gibi davranıp onları takip ederler.
Baz bazla, kaz kazla, kel tavuk
topal horozla: Bir
kimse, kendi niteliğine uyan, kendine denk olan, kendine benzeyen kimselerle
beraber olur, arkadaşlık eder, düşüp kalkar.
Bedava sirke baldan
tatlıdır: Emek
verilmeden, karşılığı ödenmeden ele geçirilen şeylerin kıymeti ne kadar düşük
olursa olsun kişinin pek hoşuna gider.
Belâ geliyorum demez: Hayat inişli çıkışlı bir yoldur. İnsanın
karşısına neyi, ne zaman çıkaracağı hiç bilinmez. İnsan bir anda, hiç umulmadık
bir zamanda kötülüklerle, felâketlerle karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden
tedbiri elden bırakmamak gerekir.
Beleş atın dişine (yaşına,
yularına, dizginine) bakılmaz: Bir çaba, bir emek harcanmadan, bedava elde edilen şeyler insana
oldukça hoş gelir. Bu sebeple bir kusuru, bir eksiği var mı diye bakılmaz;
güzel olup olmadığı aranmaz, niteliklerine pek dikkat edilmez.
Besle, büyük danayı; tanımasın
anayı: Anne ve babalar
çocukların sağlıklı büyümeleri, iyi bir eğitim görmeleri için her türlü zorluğa
katlanırlar. Ama buna karşılık çocuklarından umduklarını bulamazlar. Çocuklar
kendilerine karşı gerekli saygı ve sevgiyi göstermezler, hayırsız olurlar,
onların değerini bilmezler, onları tanımazlar. Dolayısıyla da anne ve babanın
emeklerine karşı nankörlük etmiş olurlar.
Besle kargayı, oysun
gözünü: Kimi nankör,
kötü niyetli, sütü bozuk kimseler vardır ki, hiç de lâyık olmadıkları hâlde sen
onlara iyilik yaparsın, onlar da sana fenalıkla karşılık verirler.
Beş parmağın beşi bir değil (olmaz): Bir eldeki parmakların kimisi uzun,
kimisi de kısadır. Bunun gibi bir anne-babadan olmuş, aynı çatı altında
yetişmiş kardeşlerin de fiziksel ve ruhsal yapıları birbirinden farklıdır.
Huyları, becerileri, karakterleri birbirine benzemez. Bu durum toplumdaki diğer
insanlar için de söz konusudur, onlar da birbirlerinden çeşitli nitelikleriyle
ayrılırlar.
Beterin beteri vardır: Kötü
bir duruma düştüğümüzde, bir belâ ile karşılaştığımızda bundan kötüsü de olamaz
diye düşünmemeli; daha da kötüsünün olabileceğini aklımızdan çıkarmadan gereken
sabrı göstermeli, Allah`a sığınmalıyız.
Bıçağı kestiren kendi yüzü suyu,
insanı sevdiren kendi huyu: İyi su verilmiş çelikten yapılan, ustalıkla bilenen bıçak
dayanıklı ve keskin olur; bu da onun değerini artırır. Kişileri değerli,
sevimli kılan da huy güzelliğidir. Geçimsiz, huysuz kimseler toplumca
sevilmezler.
Bıçak sapını kesmez: Bıçağı bıçak yapan demir kısmı ile sap
kısmıdır. Demir kısmı, saplı kısmına ilişemez. Ama başka bıçakların saplarına
ilişip zarar verebilir. Bunun gibi insanlar da çok yakınlarına,
anne-baba-evlâtlarına ve diğer akrabalarına kolay kolay zarar veremez.
Aralarında onları bütünleyen, birbirlerine bağlayan bir kan, bir sevgi bağı
vardır.
Bıçak yarası geçer (onulur),
dil yarası geçmez (onulmaz): Bıçak ya da herhangi bir silâhın açtığı yara bir süre sonra
iyileşir, vücutça onulur. Ama dilden çıkan kötü ve acı sözlerin gönülde açtığı
yara, bıraktığı izi kolay kolay kapanmaz; her hatırlamada yeniden açılır,
insana üzüntü verir.
Bilen bilir, bilmeyen aslı var
sanır: İnsan bir şeyi
duymuşsa, o ancak bir söylentidir; doğruluğu belirsiz, gerçekliği de şüphe
götürür. Ancak insanlar söylentilerin bu yanına bakmazlar, duyduklarını
başkalarına aktarıp dedikodu yaparlar. Konuşulan bir olayın aslının olup olmadığını
ancak gören bilir, görmeyen ama söylenenleri duyanlar ise dedikoduları
gerçekmiş gibi kabul ederler.
Bilinmedik aş ya karın ağrıtır,
ya baş: Anlamadığımız,
daha önce denemediğimiz, iç yüzünü bilmediğimiz bir iş yapmaya kalkışmak akıl
kârı değildir. Çünkü tanışık olmadığımız bu işin başımıza iş açması, bize zarar
vermesi kuvvetle muhtemeldir. Bunun için bir işe girişirken dikkatli olmak
zorundayız.
Bilmemek ayıp değil, sormamak
(öğrenmemek) ayıp: İnsan
hayatı için bilgi oldukça önemlidir. Ne ki insan her şeyi bilmez. Bilmesine de
imkân yoktur. İnsanın her şeyi bilmemesi doğaldır. Bunun utanılacak bir yanı da
yoktur. Ancak imkân varken bilmediklerini sorup öğrenmemesi, biliyorum tavrıyla
bir işe girişmesi son derece sakıncalıdır ve kusurludur. Çünkü yanlış bir yola
saparak hem kendine, hem de başkalarına zarar verebilir.
Bin bilsen de bir bilene danış: Herkes eşit bilgiye sahip değildir. Çok iyi bildiğimizi
sandığımız konunun bilmediğimiz bir yanı olabilir, o konuyu bizden daha iyi
bilenler de çıkabilir. Bu yüzden bir işe kalkışmadan önce bu gibi kimselere
danışmalı, onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanmalıyız. Eksiğimizi ancak
böyle giderebilir, yanlışımızdan ancak böyle kurtulabilir, iyi bir sonuca da
ancak böyle kavuşabiliriz.
Bin dost az, bir düşman
çok: Sıkıntılı bir
anımızda, kötü bir günümüzde hemen yardımımıza koşan, daima iyiliğimizi isteyen
dostlarımızdır. Derdimizi onlarla unutur, mutluluğu onlarla tadarız. Onlardan
zarar değil, yalnızca fayda görürüz. Bu sebeple ne kadar çok olurlarsa, bizim
için o kadar iyidir. Ama düşmanımız olan yalnızca bizim kötülüğümüzü ister, bir
tane de olsa onun varlığı bizi rahatsız eder.
Bin merak bir borç
ödemez: Ne denli kaygı
içinde olursan ol, bunun borcunun ödenmesinde hiçbir yararı yoktur. Tasalanmayı
bırakıp borcunu ödemek için çaba harcamalı, yollar aramalısın.
Bin nasihatten bir musibet
yeğdir: Yanlış bir yol
tutmuş kimi insanlar vardır ki, onlara ne kadar çok öğüt verirsen ver,
tuttukları yanlış yoldan onları çevirmekte bu öğütler bir fayda temin etmez.
Ama takip ettiği yanlış yolda başına gelen bir felâket, onu doğru yola
getirmekte daha etkili olur. Çünkü kötü tecrübelerin öğretme gücü oldukça
büyüktür.
Bin ölçüp bir biçmeli: En basitinden en zoruna, yapmaya
çalıştığımız işin bütün ayrıntılarını önceden düşünmeli; gerekli ölçümleri
yapmalı, sonucu iyi hesaplamalı, sonra işe girişmeliyiz. Yoksa istemediğimiz
bir zararın ortaya çıkmasından duyacağımız pişmanlık fayda etmez.
Bin tasa (kaygı) bir borç ödemez: Çok tasalanmak ve üzülmekle borçtan kurtulunamaz. Çünkü borç
durduğu yerde ödenmez. Borcu ödemek için bir şeyler yapmalı, harekete geçip
çalışmalı, kimi çıkış yolları aranmalıdır.
Bir adama kırk gün deli desen deli olur: İnsana yapılan sürekli telkinler sonunda bir neticeye
ulaşmak mümkündür. Çünkü insan etkilenen bir varlıktır. Birtakım iyi ya da kötü
duygular, düşünceler ve inançların sürekli telkin edilmesiyle insanlar
biçimlendirilip yönlendirilebilirler.
Bir adamın adı çıkacağına canı
çıksın: Toplumun bir
kişi hakkında verdiği yargı öyle kolay kolay değişmez. Toplum kişiyi nasıl
nitelemişse, kişi o niteliğiyle tanınır. Adı bir kere kötüye çıkan kişi, iyi de
olsa toplumun bu yargısının önüne geçemez. Adına sürülen bu leke onun yakasını
bırakmaz. Nereye gitse bu leke yüzüne vurulur, itilip kakılır, sıkıntılar
içinde kalır. Böyle yaşamak kişi için ölmekten daha iyidir.
Bir ağızdan çıkar bin ağıza
yayılır: Bir sırrın
yayılması istenmiyorsa, kimseye söylenmemelidir. Sır ağızdan çıktı mı hemen
yayılır, gizli kalmasını önlemek çok zordur. Çünkü insanın merak ve dedikoduya
eğilimi vardır. Bu eğilim sır olan şeyin dilden dile dolaşmasına, toplum içinde
yayılmasına yol açar.
Bir ahırda at da bulunur, eşek
de: Bir toplumda iyi,
yararlı ve güzel işler yapanlar bulunduğu gibi kötü, yararsız ve çirkin işler
yapan insanlar da bulunabilir.
Bir başa bir göz yeter: Ne kadar çok malı olsa da insan yine de
elde etmek ister, geleni geri çevirmek istemez. Oysa insan hayatta ihtiraslı
olmamalı, ihtiyacından fazlasını düşünmemelidir. Kanaatkâr olan kimseler
ihtiyaçları kadar olanı yeter görürler.
Bir bulutla kış olmaz (Bir çiçekle yaz gelmez): 1) Önemli bir durumun netlik kazanması
için küçük, önemsiz belirtilerin varlığı yeterli değildir. 2) Güzel ve hoş da
olsa, küçük bir değeri elde etmekle mutluluk tam anlamıyla yakalanmış sayılmaz.
Bir çöplükte iki horoz
ötmez: Bir toplumda
iki baş, bir iş yerinde iki yönetici olmaz. Olursa aralarında kıskançlık,
çekememezlik yüzünden anlaşmazlık çıkar; fikir ayrılığına düşerler; biri diğerini
yok etmeye, bulunduğu yere tek baş olmaya çalışır. Bu çatışma sonunda güçlü
kalır, güçsüz gider. Bu da az şeye mal olmaz.
Bir deli kuyuya bir taş atmış,
kırk akıllı çıkaramamış: 1)
Aklî dengesini yitirmiş kimi insanların yaptıkları öyle işler vardır ki, bunu
akıllı insanlar bir araya gelse ne yorumlayabilir, ne de çözebilirler. 2) Kimi
zaman bir insan öyle delice bir iş yapar ve zarara yol açar ki, pek çok akıllı
kimse bir araya gelir ama bu zararı gideremez; işi de düzeltemez.
Bir (sağ) elinin verdiğini öbür
(sol) elin görmesin: Yardım
yapmak bir insanlık görevi, dinî bir emirdir. Ancak bunu yapmanın da bir yolu
yordamı vardır. Yoksula yardım ederken insanın amacı kendini gösterip övünmek
değil, görevini ve sorumluluğunu yerine getirmektir. Bu bakımdan yoksulları
inciten gösterişlerden kaçınmak; kimsenin haberi, hatta en yakınların bile
haberi olmadan yardım yapmak gereklidir. Yoksa tersine bir hareket yardım
edilen kimseyi mahcup duruma düşürür, yapılan iyilik de iyilik olmaktançıkar.
Bir elin nesi var iki elin sesi var: İnsanın gücü sınırlıdır. Bunun için büyük işlerin üstesinden tek
başına gelemez. Bu tür işleri başarabilmek için başkalarıyla işbirliğine,
dayanışmaya girer. Güçleri birleştirerek zor işlerin altından böylelikle
kalkar.Bir evde düzen olunca
düzenbaz olmaz: Eğer
bir ailenin hemen bütün fertleri arasında bir uyum, bir anlaşma, karşılıklı
sevgi ve hoşgörü varsa, o ailede düzen de var demektir. Dolayısıyla ailenin
huzurunu kaçıracak bir kimsenin bu ailede barınması da mümkün değildir.
Bir göz ağlarken öbür göz
gülmez: Aile fertleri
birbirine kan ve akrabalık bağlarıyla bağlıdırlar. Onlar bir vücudun azaları
gibidirler. Dolayısıyla ailenin bir ferdine gelen zarar, bütün aile fertlerine
gelmiş gibidir. Hemen hepsi de aynı ölçüde üzüntü çekerler.
Bir günlük beylik,
beyliktir: İnsanlar
her zaman arzu ettikleri nimetlere kavuşup bunun sefasını süremezler. Bu
sebeple çok kısa bir süre içinde de olsa, çevresindekilerden daha üstün,
dertlerden uzak ve arzu ettiği biçimde bir an yaşamak o kişi için güzel bir
şeydir.
Bir insanı tanımak için ya alış
veriş etmeli, ya yola gitmeli: Ortak bir işe girmeden insanların gerçek yüzünü anlamak oldukça
zordur. Alış veriş etmek, onları tanımak bakımından önemli ölçüttür. Çünkü alış
veriş bir şeye sahiplenmeyi gerekli kıldığı için kişinin çıkarcı yönünü bütün
çıplaklığıyla ortaya koyar. Yolculuk ise fedakârlığı, cesareti, mertliği
gerektirir; dolayısıyla yolculukta karşılaşılan zorluklar sebebiyle ortaya
konan davranışlar kişilerin niteliklerini belirgin kılar.
Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar: Bir toplumun sahip olduğu varlıklardan her fert bir
adalet çerçevesi içinde yararlanmalıdır. Eğer böyle olmaz, adaletli davranılıp
hak gözetilmez, sadece bir kısım insanların yararlanmasına göz yumulup diğer
insanların yararlanmasına fırsat verilmezse kargaşa çıkar; kavga baş gösterir,
toplumdaki sosyal barış zedelenir, düzen bozulur, insanlar birbirlerine düşer.
Bir koyundan iki post
çıkmaz: Bir iş, nesne
ya da insandan temin edilecek faydanın bir ölçüsü, bir sınır vardır.
Alınabilecek alındıktan sonra, onlardan bir kez daha verim istemek, onları bu
konuda zorlamak doğru değildir. Bu davranışın devamı insanı yanlış bir yola
götürüp zarara sokabilir.
Bir kötünün yedi mahalleye
zararı dokunur (vardır): Yalancı,
düzenbaz, iffetsiz bir kimse sadece kendi çevresine zarar vermekle kalmaz;
kötülüklerini daha geniş çevrelere de taşır. Kendinin, yakınlarının, çevresinin
ve daha geniş muhitlerin adını lekeler; bu leke gittikçe yayılır.
Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal
bir at kurtarır: Küçük
ve kıymetsiz gördüğümüz şeyler zaman gelir çok önem kazanır ve büyük iş
görebilir. Küçük bir somun parçası yüzünden bir dikiş makinesinin çalışmaması,
işlerin yatması mümkündür. Bu sebeple herhangi bir nesne, iş ya da olayı küçük görmeyip
önemle ele almak gereklidir.
Bir selâm bin hatır
yapar: Dinimizin bir
emri olan selâm, bir bilgi ve sevgi belirtisidir. Dolayısıyla gönül kazanmanın
önemli bir anahtarıdır. Yakınlarımıza, arkadaşlarımıza, hatta yabancılara bile
vereceğimiz selâm onlarla aramızda bir yakınlığın doğmasına yol açar; gönülleri
birbirine yaklaştırır. Bu sebeple selâmlaşmayı ihmal etmemek gereklidir.
Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde ele geçersin
çekirge: Bir suçu
işleyebilir, kanunsuz bir işi yapabilir ve yakalanmayabilirsin. Hatta bunu
birkaç kez de başarabilirsin. Ama bu böyle devam etmez, eninde sonunda yakayı
ele verirsin.
Bir sürçen atın başı
kesilmez: Kusursuz
insan olmaz. Hemen her insan bir yanlışlık yapabilir. Bu bakımdan sürekli iyi
iş yapan, doğru yoldan çıkmayan, kişiliğini her yönüyle kanıtlamış olan bir
kimseyi, bir kez hata yaptı diye gözden çıkarmak, olumsuzlamak ve cezalandırmak
doğru değildir. Yapılacak şey, yalnızca uyarıda bulunmak olmalıdır.
Bir şeyin önüne bakma, sonuna
bak: Kimi işler vardır
ki iyi başlamamış ama iyi sonuç vermiştir. Üstelik başlamış bir işte geri
dönmek de zordur. Bu sebeple bize düşen yolumuza azimle devam etmek, gereken
çabayı göstermek, işi lâyıkıyla yapmaya çalışmaktır.
Bir yemem
diyenden kork, bir oturmam diyenden: Kimi insanlar vardır ki dedikleriyle
yaptıkları birbirine uymaz. Kimi isteksiz görünüp "yemem" diyen
insanların isteklilerden daha çok yedikleri, kimi hevessiz görünüp
"kalamam" diyen insanların da diğerlerinden daha çok oturdukları, hatta
yatıya kaldıkları bile görülmüştür.
Bitli
(kurtlu, çürük) baklanın kör alıcısı olur: Değersiz, işe yaramaz, kötü şeylerin
de müşterisi olur. Onları kimileri anlamadığı, kalitesini bilmediği için alır;
kimileri de kendileri bakımından bizim kavrayamadığımız bir değer ifade ettiği
için alır.
Boğaz dokuz
(kırk) boğumdur (boğa boğa söyler) Bir sözü düşünüp taşınmadan, içimizden
geçirmeden, kendi kendimize ölçüp tartmadan, doğuracağı sonuçları hesaplamadan,
düzeltmeden söylememeliyiz. Ola ki istemediğimiz bir sözü ağzımızdan çıkarmış
olabiliriz. En doğrusu, uygun biçimi bulduktan sonra söylemektir.
Bol bol
yiyen, bel bel bakar: Bugünün yarını da vardır. Savurganlık yapıp elindekini bol
bol harcayan, düşünceli davranıp ilerisi için bir şey bırakmayan kimse, yarın
geçimini temin edecek bir şey bulamaz. Başkalarına muhtaç olur, onun bunun
eline bakar.
Borç iyi
güne kalmaz: Borçlu olan, borcunu hemen ödemenin yollarını aramalıdır.
"Elim genişleyince, ileride öderim" diye düşünmesi son derece
sakıncalıdır. Çünkü gelecek günlerin ne göstereceği belli olmaz. Eli daha da
darlaşabilir. Dolayısıyla borcunu ödemesi güçleşir, gün geçtikçe de borcu
artar.
Borçlunun yalımı alçak olur: Borçlu kimseler, borçlarını ödeyemedikleri
için alacaklıları yanında rahat olamazlar; başları yukarıda yürüyemezler,
üzülüp incinirler, sanki suçlu gibi dururlar, kendilerini ezik hissederler.
Borçsuz
çoban yoksul beyden yeğdir: Beyleri bey yapan cömertlikleri, ellerindeki
varlıkları yoksullara dağıtmalarıdır. Varlıksız, sıkıntı içinde yüzen bir beyin
sadece adı kalmıştır. Varlığı olmayan, yoksulları gözetme ve doyurma görevini
yapamayan bir bey için bu durum acı vericidir. Böyle bir konumda bey olmaktansa
borçsuz, tasasız, kıt kanaat geçinen bir çoban olmak daha iyidir. Çünkü, o
yoksulluğa alışkındır.
Borçtan
korkan kapısını geniş (büyük) açmaz: Alacaklının yanında yüzü yerde olmak
istemeyen, borç etmekten korkan kimse tedbirli olur; masraflarını kısar,
gelişigüzel harcamalar yapmaktan kaçınır, kendine uygun bir yol seçip ona buna
ziyafet vermekten uzak durur.
Borç
uzayınca kalır, dert uzayınca alır: Hemen her şeyin bir yapılma zamanı vardır.
Borç da zamanında ödenmezse kişilerde bir gevşeklik görülür, borçluluk duygusu
zamanla azalır. Borç uzun süre ödenmez olur, hatta hiç ödenmez bile. Dert de
böyledir; zamanında önlem alınmaz ve hastalık uzarsa, kişi sonunda güçsüz
kalır; dayanma gücü kalmaz ve ölür.
Borç yiğidin
kamçısıdır: Birisine borçlanan, borcunu da ödemek isteyen kimse kendini daha çok
çalışmak ve kazanmak zorunda hisseder; bu yönde girişimde bulunur.
Bostan yeşil
(gök) iken pazarlığa oturulmaz: Ne olacağı, nasıl gelişeceği, nasıl
sonuçlanacağı bilinmeyen bir konu, iş ya da durum üzerinde anlaşmaya varılıp
söz verilemez.
Boş çuval
ayakta (dik) durmaz: 1) Karnı aç olan kimse, iş yapamaz. 2) Beceriksiz,
deneyimsiz, bilgisiz kimse bir iş tutunamaz. 3) Hiçbir tutamağı bulunmayan,
gerçeklerden uzak, temelsiz düşünce ya da plânlarla sonuca ulaşılamaz.
Boş fıçı çok
(fazla) langırdar: Gösterişe düşkün, bilgisiz, deneyimsiz kimse kendini ön
plâna çıkarmak ve bilgiçlik taslamak amacıyla çok konuşur; her sözün arasına
girer, etrafındakileri rahatsız eder.
Boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir: Boş olmak, hiçbir uğraşa girmeden gezmek
insanı tembelliğe, miskinliğe alıştırır. Öyle ki bu insanların kimisi can
sıkıntısından ne yapacağını bilemez olur, yanlış yola sapar, kötülüklere bile
bulaşır. Parasız da olsa çalışmak, boş oturmamak insanı hareketli ve canlı
yapar; girişimcilik yeteneğini artırır, onu geliştirir, zararlı
alışkanlıklardan kurtarır. İleri de para kazanacağı bir iş bulmasına da kapı
aralar.
Boş torba
ile at tutulmaz (Boş torbaya eşek gelmez): 1. Hiç kimse emeğinin boşa çıkmasını
istemez, karşılığını mutlaka bekler. Bir kimseye iş yaptırmak, onu bir yere
bağlamak istiyorsanız, ona emeğinin karşılığını da ödemek zorundasınız. 2.
Hemen her iş çoklukla bir emek, masraf ve fedakârlık ister. Bunları gösteriniz
ki elde etmek istediğinize kavuşmanız mümkün olsun.
Boynuz kulağı geçer (Boynuz kulaktan sonra çıkar ama kulağı geçer): Eğitime sonradan da
başlasa kimi yetenekli, becerikli, öğrenme ve kavrama gücü gelişkin olan çırak
veya öğrenci, ustasından ya da öğreticisinden daha ileri gidebilir; onlardan
daha başarılı olabilir.
Böyle gelmiş
böyle gider: Öteden beri süre gelen durum, kurulu düzen, halk arasında
yaşayan gelenek ve görenekler kolay kolay değişmez.
Bugün bana
ise yarın sana: Neyin ne zaman olacağı bilinmez; bu ister felâket, ister
nimet olsun. Bugün ben bir felâket ve haksızlıkla karşılaşmışsam, yarın da sen
aynı durumla karşılaşabilirsin. Bugün sen nimetler içinde bulunup mutluysan,
yarın da ben kavuşup mutlu olabilirim. Bunu aklından çıkarma.
Bugünün
işini yarına bırakma: Bir iş günü gününe yapılmalıdır. İşi yarına bırakmak kimi
olumsuzlukları da beraberinde getirir. Yarın daha önemli bir işin çıkmayacağını
nereden bilebiliriz? Diyelim ki çıktı, o zaman ne yapacağız? Kuşkusuz bugünkü
işten önce onu yapacağız, bugünkü iş de kalacak. Dolayısıyla işler birikmeye
başlayacak, çıkmaza girecek. Ayrıca bugün yapılması gereken işin sonraki güne
bırakılmasıyla önemini yitirmesi, istenen sonucu vermemesi de söz konusu
olabilir.
Bugünkü
tavuk yarınki kazdan iyidir: Az da olsa bugün elimizde bulunan bir nimet,
imkân ya da nesne, büyük de olsa henüz elimize geçmemiş olandan daha daha
iyidir. Çünkü henüz elimize geçmemiş olan, ihtimal dahilindedir. Bir engel
çıkıp onun elimize geçmesi gerçekleşmeyebilir. Oysa ötekinin elimizde olması
gerçekleşmiştir.
Buğday başak verince orak pahaya çıkar (kıymete biner): Kimi zaman ortada
duran, pek önemli görünmeyen şeyler kendilerine ihtiyaç duyulunca çok değer
kazanırlar. İsteklisi çok olan nesnenin fiyatı artar. Sözgelimi yazın ortasında
el sürülmek istenmeyen odun ya da kömür, kışa doğru birden kıymet kazanır;
ucuzken pahalı olur.
Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var deme yoksulluğa
düşmeyince: Tarlada ya da harmanda duran, henüz hasadı yapılıp ambara girmemiş ürün
bizim sayılmaz. Çünkü bir yangın, bir sel, yağmur ya da başka bir felâket onun
harap olup yok olmasına yol açabilir. Anne ve babanın varlıklı olduğu günlerde
oğulun gerçek kişiliği ortaya çıkmaz. Ne zaman anne-baba yoksullaşır, işte o
zaman gerçek yüzü ortaya çıkar. Eğer oğul, anne-babasına karşı olan görevlerini
yerine getirmiyor, onlardan yardımını esirgiyorsa, ona iyi bir oğul denemez.
Buğdayın
yanında acı ot da sulanır: Mümkün olduğunca dikkatli olunup iyi ve
yararlının yanında, kötü ve yararsızın gelişip büyümesine fırsat
verilmemelidir.
Bükemediğin
eli öp: Kendisiyle mücadele ettiğin rakibinin kuvveti, bilgisi ve becerisi
karşısında başarı gösteremeyip mağlûp olduysan rakibinin üstünlüğünü kabul et;
bu onurlu bir davranış olacaktır.
Bülbülü
altın kafese koymuşlar, "ah vatanım" demiş: İnsan, özgürlüğünü
ancak vatanında bulur. Bu bakımdan vatan en değerli varlığıdır insanın. Orda
doğmuş, orda büyümüş, orda doymuş, orda tatmıştır mutluluğu. Bu sebeple
yurdundan uzakta yaşamak, ne denli bolluk içinde olursa olsun insana zor gelir.
Nasıl ki bülbül asıl vatanı olan yeşil tabiatı, kanat çırpacağı mavi gökleri
özleyip ister ve altın kafesten kurtulmaya çalışırsa, insan da (hele bir de
tutsaksa) özgür yaşayacağı vatanını ister ve hasretini çeker.
Bülbülün çektiği dil (i) belâsıdır: Bir karganın kafese konup beslendiği pek
görülmemiştir. Ama bülbül için kafesler sürekli yapılır durur. Bunun tek
sebebi, sesinin güzelliğidir. O oldukça güzel öter ve bunun için yakalanıp
kafese konur. İnsanlar bundan ders almalıdır. Çünkü düşünüp taşınmadan, sonunun
nereye varacağını hesaplamadan sarf edilen sözler, insanın başına dert
açabilir. Dili yüzünden belâya saplanıp zarar görebilir.
Büyük balık,
küçük balığı yutar: Güçlü olan kendinden güçsüzü ya ezer, ya yok eder, ya da
kendisine bağlı kılar. Bu durum insan için olduğu kadar, ticarî işletmeler ve
devletler arasında da çoklukla söz konusudur. Kişiye düşen, yok olmamak için
var gücüyle mücadele etmektir.
Büyük başın
derdi büyük olur: Bir iş ne kadar büyükse çözüm bekleyen sorunları da o kadar
büyük olur. Dolayısıyla bir işletmeyi idare eden, bir toplumu yöneten, kısacası
büyük işlerin başında bulunan kimselerin de hem sorumlulukları, hem de dertleri
büyük olur.
Büyük lokma
ye (de), büyük söz söyleme: İnsan çoklukla nefsine yenik düşer. Kendini
pek çok konuda ön plâna çıkarmak, ne kadar becerikli ve akıllı olduğunu
belirtmek ister. Bu durum onun böbürlenmesine, "ben olsaydım öyle değil,
böyle yapardım; şunu yapsaydı kötü duruma düşmezdi; ben asla onun yaptığı gibi
kötü bir şey yapmam; o sözler de söylenir miydi?" gibi sözler sarf
etmesine sebep olur ki, böyle bir tavır sergilemek son derece zararlıdır. Dünya
ve insanlık hâli bu, öyle bir gün gelir ki, yerip kınadığımız kişinin başına
gelenler bizim de başımıza gelebilir ve gülünç duruma düşebiliriz. Bu sebeple
ağzımızdan çıkacak söze dikkat etmeli, büyük söz söylemekten kaçınmalıyız.
Cahile
söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur: Cahil kişi, okuyup öğrenim görmemiş,
bilgisiz ve deneyimsiz kimsedir. Bu bakımdan söylenen bir sözün ne maksatla
söylendiğini, hangi anlama geldiğini kavramakta zorluk çeker. O ne biliyorsa,
doğru onlardır. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın kendi doğrularından başka bir
doğru kabul etmez. Öyle de inatçıdır ki deve nasıl hendek atlamamak için
direniyorsa, o da görüşünden vazgeçmemek için direnip durur.
Cambaz ipte, balık dipte
gerek: Niteliği gereği
hemen her varlık farklı bir yerde bulunur, barınır ve iş yapar. Niteliğine
uygun olmayan yerin şartları onu zor durumda bırakabilir. Dolayısıyla her kişi
elde ettiği niteliklerin gerektirdiği bilgi, beceri ve uzmanlık sahası içinde
çalışmalı; o alanın dışındaki işlerden uzak durmalıdır.
Cana gelecek (kaza-zarar) mala
gelsin: Eğer bir kaza
gelecek ve zarar görecekse insan, canına değil malına gelsin. Çünkü kazaya
uğrayan, zarar gören malın tekrar kazanılması veya elde edilmesi mümkündür. Ama
can için durum böyle değildir. Cana gelen felâketler silinmeyecek izler
bırakır. Bir kazadan ötürü insan ölebilir, sakat kalabilir, dolayısıyla böylesi
zararları gidermek mümkün değildir.
Can boğazdan gelir: Her canlı gibi insan da beslenmek
zorundadır. Bedeni için gerekli olan gıdaları ancak bu şekilde alır. İyi
beslenmeyen, yeterli gıdaları almayan bir vücut sağlıklı, dinç ve dayanıklı
olamaz; bu kimselerin güçsüz kalıp hasta olmaları da kaçınılmazdır. O hâlde
insan sağlığını korumak istiyorsa, iyi beslenmeye önem vermelidir.
Can canın yoldaşıdır: İnsan yaratılışı gereği tek başına
yaşayamaz. Bir arkadaşa, bir dosta mutlaka ihtiyaç duyar. Bu, gerek iş yapması,
gerek sorunlarını çözmesi, gerekse konuşup dertleşmesi için zorunludur.
Can cümleden aziz (dir): 1) Bir tehlike anında insan önce kendi
canını kurtarmaya başlar. O anda kendi canı, diğer canlardan daha önemli olur.
Kimi istisnalar hariç, bu durum hemen her insanda göze çarpar. Bu da tabiî bir
vak`a olarak görülür. 2) İnsanın kendisi hemen herkesten önce gelir. Her ne kadar
kimi zaman özveride bulunur, fedakârlıklar gösterirse de (bunun da bir yeri ve
sınırı vardır), vahim konularda çıkarlar çatışmaya başlayınca, kendi çıkarından
asla taviz vermez.
Can çıkmayınca huy
çıkmaz: Huy, insanın
yaratılış ve ruh özelliklerinin bütünüdür. İnsanla birlikte var olmaya başlar;
insan büyüdükçe, huy da onun benliğine iyice yerleşir; kişiliğinin bir parçası
hâline gelir. İster eğitim, ister başka bir yolla olsun, kişinin huyunu
değiştirmek mümkün değildir; kişinin ölümüne kadar öylece devam eder.
Canı yanan eşek attan yürük olur: Herhangi bir durumdan ötürü canı yanıp acı çekmiş olan kimse,
aynı durumla bir daha karşılaşmamak için kendisinden beklenilenin üstünde bir
çaba gösterir. Öyle ki altından kalkamaz sanılan işleri bile başarır, çok iyi
sonuçlara ulaşır.
Cefa çekmeyen sefanın kadrini
bilmez: Sürekli
bolluk, rahatlık içinde yaşayan insanlar içinde bulundukları vefa ve mutluluğun
kıymetini bilmezler. Bunu doğal bir şeymiş gibi görürler. Nasıl sağlıklı bir
insan, hasta olmadan sağlığın kıymetini bilmezse, sefa içinde olan da darlığa
ve sıkıntıya düşmeden rahatlık, huzur ve mutluluğun kıymetini bilemez.
Cennetin kapısını cömertler
açar: Cömert kimse,
para ve malını esirgemeden veren, eli açık olan, yardım seven, muhtaç kimseleri
gözeten kimsedir. İslâm dini böyle kimseleri över ve onları cömert olmaya davet
eder. Eğer böyle davranırlarsa; yetime, kimsesize, yolda kalmışa, düşküne
yardım ederlerse sevap işleyecekler ve öbür dünyada yaptıklarının karşılığını
kat kat fazlasıyla göreceklerdir.
Cesurun bakışı, korkağın
kılıcından keskindir: Kimi
cesur insanlar kararlıdır, mertlikleri ve azimleri yüzlerinden okunur. Yüz
ifadeleriyle hasımlarını yıldırabilirler. Korkak insanlarda ise yürek gücü
yoktur. Bu güç olmadığından ötürü kılıcı gerektiği gibi kullanamazlar,
dolayısıyla kılıçları keskin de olsa bir işe yaramaz.
Cins horoz yumurtada (iken) öter: Kimi soylu ve değerli kimse, daha bebekken, eğitim çağına
gelmeden kendini kimi hareketleriyle belli eder; başarılı bir insan olup
yararlı işler yapacağını ortaya koyar.
Cins kedi ölüsünü
göstermez: Şahsiyetli,
soylu bir kimse, sıkıntılı ve kötü durumunu başkasına göstermez ve söylemez.Cömert derler maldan ederler, yiğit derler
candan ederler: Bazı
insanlar vardır ki övülmekten çok hoşlanırlar. Kimi çıkarcılar da böyle
insanları iyi tanırlar. Onları "ne kadar cömertsin" diyerek
pohpohlayıp överler; bu okşayıcı sözlere kanan kimse de malını, parasını bol
bol harcar; ona buna yedirir, sonunda tüketir. Benzer bir şekilde, ne amaç
güttüğü bilinmez kimseler de kişiyi "ne kadar güçlüsün, sana karşı
gelemez" diye pohpohlayıp överler. Bu tip övgülerden hoşlanan kimse de,
böyle biri olduğunu kanıtlamak için harekete geçer; olmayacak bir dövüşe
atılır, bu sırada birisi çıkıp canından eder onu.
Ç
Çabuk parlayan, çabuk
söner: 1) Bazı
insanlar vardır ki bir olay karşısında çok çabuk öfkelenip kızarırlar. Ancak
öfkelenip kızdıkları gibi de çabuk sakinleşirler. 2) Bazı insanlar hak
etmedikleri hâlde, kimi yolları kullanarak, yasa ve kurallara uymaksızın önemli
mevkilere, makamlara çok kısa zamanda gelirler; ancak o görevin ehli, o makamın
adamı olmadıkları anlaşıldığında da çabucak o yerden uzaklaştırılırlar.
Çağrılan yere erinme,
çağrılmayan yere görünme: İçinde
yaşanılan toplumda sosyal ilişkiler oldukça önemlidir. Bu sebeple yapılan
davetlere-çok önemli bir sebep yoksa-bir nezaket gereği olarak gitmelidir.
Toplum dayanışması bakımından bu bir görevdir. Kişi, çağrılmadığı yere ise
gitmemelidir. Geleneğimize göre çağrılmadığı yere gitmek terbiyesizlik ve yüzsüzlüktür.
Çünkü gittiği o yerde insanların rahatını kaçırabilir.
Çalıda gül bitmez, cahile söz
yetmez: Her varlığın
bir niteliği, bir yapısı vardır. Gülü, ancak gül ağacından alabilirsin. Bir
çalının gül açması mümkün değildir. Çünkü tabiatına aykırıdır. Bunun gibi cahil
kimselere de bir söz anlatmak hemen hemen mümkün değildir. Çünkü cahil kimsenin
kavrayışı kıttır, ayrıca inatçıdır ve bildiğinden de şaşmaz. Dolayısıyla onu
yola getirmek, ondan olumlu davranışlar beklemek son derece zordur; ona ne
söylerseniz boşa gider.
Çalma elin kapısını, çalarlar
kapını: Kimseye
kötülük yapma, kimseyi arkasından çekiştirme, bu tür hareketlerden kaçın. Yoksa
günü gelir, benzer bir şeyi onlar da sana yaparlar ve zor durumda kalırsın.
Çam sakızı, çoban armağanı: İnsanlar birbirlerini sevindirmek, mutlu etmek için karşılıklı
hediyeleşirler. Bu hareket insanların gönüllerini okşar, onları birbirlerine
yaklaştırır. İnsan ne kadar yoksul olsa da böyle bir eylemde bulunmak ister. Ne
var ki o, varlıklı insanlar gibi değeri yüksek armağanlar veremez. Onun
armağanı küçük bir şeydir. Ama taşıdığı değer büyüktür. Davranışı da
soylucadır.
Çanağa ne doğrarsan kaşığına o çıkar: İnsan harcadığı çabanın, başkalarına gösterdiği tavrın
karşılığını ileride görür. Bir işte ne kadar hazırlık yapmışsa o kadar verim
alır. İnsan diğer ilişkilerinde de böyledir. İyilik yapan iyilik, kötülük yapan
kötülük bulur.
Çanakta balın olsun, arı
Bağdat`tan gelir: Elindeki
malın iyi ve değerli ise müşteri bulmakta güçlük çekmezsin. Öyle ki nerede
olursan ol, alıcılar çok uzakta da olsa gelip seni bulurlar.
Çarşı iti ev beklemez: Boş
gezen, şurada burada dolaşan, hiç ciddî bir iş yapmayan ve aylaklığı alışkanlık
edinenler düzenli bir iş yapmaya gelemezler. Çalışmaktan hoşlanmadıkları gibi
kolay kolay disiplin altına da girmezler.
Çatal kazık yere
çakılmaz: Bir işe, çok
başlılık zarar verir. Çünkü her kafadan bir ses çıkar. Bir o yana, biri bu yana
çeker. Dedikleri birbirini tutmadığı için iş bir türlü ortaya gelemez.
Yapılmamış olarak öylece kalakalır.
Çıkmadık candan umut
kesilmez: 1)
İnsanların ölüm ve dirimi Yüce Allah`ın takdirine bağlıdır. Bu bakımdan eceli
gelmeyen kimsenin, ölümcül hâlde de olsan canı çıkmadığı sürece iyileşeceğinden
umut kesilmez. 2) İşlerimiz içinde durum böyledir. Kötü giden, felâkete uğrayan
işlerin yok olma kertesine gelmiş de olsa düzelmeyeceğini kim söyleyebilir?
Yüce Allah`tan hiçbir durumda umut kesilmez.
Çıngıraklı deve
kaybolmaz: Kimi
kişiler vardır ki, nerede olurlarsa olsunlar onlar bazı özelliklerini koruyarak
kendilerini belli ederler. Bir yol bulup toplum içinde yitip gitmelerini
önlerler.
Çiftçinin ambarı sabanın
ucundadır: Çiftçi,
geçimini toprağı ekerek sağlamaya çalışan kimsedir. Bu bakımdan toprağı
zamanında ve iyi sürmeli, tohumunu zamanında ekmelidir. Eğer bu işlerini
zamanında ve lâyıkıyla yapmazsa, iyi verim alıp ambarlarını dolduramaz;
başkasına muhtaç olup kapı çalar hâle gelir. Hemen her işte durum aynıdır. İyi
sonuç almak isteyen kişi, işini zamanında ve iyi yapmalıdır.
Çiftçiye yağmur, yolcuya kurak;
cümlenin muradını verecek Hak: İnsan ne ile uğraşıyorsa, onun yararına bir sonuç vermesini
ister. Çiftçinin iyi ürün alabilmesi için yağmura ihtiyacı vardır. Bir kimse de
güzel ve sıkıntısız bir yolculuk yapabilmek için kurak havayı ister. Görüldüğü
gibi birinin istediği şey diğerinin zararınadır. Ancak sonucu yine Yüce Yaratan
belirler. O nasıl takdir etmişse öyle olur, kime neyi nasip etmek isterse o
gerçekleşir.
Çingene çingeneye çatmadıkça
kasnak boynuna geçmez: Kişilerin
ne kadar cahil, görgüsüz ve bayağı oldukları ilk bakışta anlaşılmaz. Ta ki
kendi ayarlarında bir kişiyle karşılaşıp kavga edene dek. O zaman gerçek
kişilikleri ortaya çıkar.
Çingeneden çoban olmaz,
Yahudi`den pehlivan: Her
kişinin ayrı bir karakteri vardır, soyu sopu farklıdır. Yetişmesi, bilgi ve
becerisi doğrultusunda yapacağı işleri de birbirine uymaz. Çobanlık öyle
sanıldığı gibi kolay bir iş değildir; önce sabır ve sorumluluk, sonra sözünde
durma ve bir yere bağlanıp kalmak ister. Çingenede ise bu hasletler bulunmaz,
bunun için de çobanlık yapamaz. Benzer şekilde, pehlivanlık da cesaret, yürek
ve mertlik ister. Oysa Yahudi tam tersine korkaktır, bu yüzden pehlivanlık
yapamaz.
Çingeneye beylik vermişler,
önce babasını asmış: Sorumsuz,
bayağı ve soysuz kimse eline bir yetki ya da imkân geçince mizacının gereğini
yerine getirir. Öyle ki değil yabancılara, en yakınlarına bile kötülük
yapmaktan çekinmez. Ve işe başladığını böyle belli eder.
Çirkefe taş atma üstüne
sıçrar: Şerli, etrafa
kötülük saçıp duran kimselerden uzak dur; zorunlu olmadıkça onlara çatma, söz
atma. Çünkü onlar bir kötülük yapmak için fırsat kollarlar. Böyle bir fırsatı
onlara verirsen onların kötülükleri sana bulaşır, kirlenir ve zararlı çıkarsın.
Çivi çıkar ama yeri
kalır: Birine yaptığımız
kötülüğü ne denli gidermeye çalışırsak çalışalım, yeni de o kötülüğün bir izi
ve hatırası kalır. Bunun için kimseyi incitmemeye, kırmamaya gayret edelim.
Çivi çiviyi söker: Güçlü bir şeyin etkisine, en az kendisi
kadar güçlü bir başka şeyin etkisiyle karşı konabilir.
Çobana
verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu: 1) Kararını vermeden önce iyi düşün. Kızını vereceğin kimse ne
işle ilgileniyorsa, kızın da o işle ilgilenmek zorunda kalacaktır. 2)
İncelikli, hassasiyet gerektiren bir işi, o işten anlamayan birine teslim etme.
Kabalığı, beceriksizliği, dikkatsizliği yüzünden işi berbat edebilir.
Çobansız koyunu kurt kapar: 1) Elindeki nesneleri kaybetmek, birine kaptırmak istemiyorsanız
gereken önlemleri alıp koruyunuz. 2. Yöneticisi ve koruyucusu bulunmayan,
başsız kalan toplum onun bunun saldırısına uğrar; sonunda dağılıp çözülür.
Çocuğa iş buyuran, ardına
kendi düşer (Çocuğa iş, ardına sen düş/ Çocuğu işe sal, ardınca sen var): Çocuk gerek yaşı,
gerek bilgi ve becerisi sebebiyle kimi işlerin altından kalkamaz. Çocuğa
yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği, belli bir sorumluluk gerektiren işi
yükleyen kimse, bunun farkına vardığı anda onun arkasından gitmek ve işle
ilgilenmek zorunda kalır.
Çocuğun
bulunduğu yerde dedikodu (gıybet) olmaz: 1) Çocuk, bir sözün nereye varacağını
bilmez. Onun için sözün gizlisi ya da saklısı da olmaz. Duyduğunu hiç umulmadık
bir anda ve yerde lâf olsun diye söyleyip başkalarına aktarabilir. Bu korkuyla
çocuğun bulunduğu yerde başkasını çekiştirme olmaz, dedikodu yapılmaz. 2)
Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz. Çünkü herkes çocukla meşgul olur,
oyalanır ve dedikoduya fırsat bulamaz.
Çocuğun
yediği helâl, giydiği haram: Çocuğun sağlıklı, dinç ve güçlü olması için
iyi beslenmeye ihtiyacı vardır. İyi beslenmeyen çocuk kimi hastalıkların
pençesine kolayca düşebilir ve sağlıklı bir gelişim gösteremez. Bu bakımdan
onun gelişip büyümesi, iyi beslenmesi için ne kadar para harcansa yerindedir.
Ancak giyim için yapılan hesapsız harcamalar doğru değildir. Çocuk giydiği
elbisenin kıymetini bilemez, hor kullanır, kirletir ve paralar. Ayrıca gittikçe
büyüdüğü için bugün kullandığını yarın da kullanamaz. Bu sebeple gerekli olan
dışında çocuğu pek pahalı giysilerle donatmak yanlıştır.
Çocuk
büyütmek taş kemirmek: Çocuk büyütmek büyük fedakârlık ister. Çünkü anne_baba
çocuğu büyütmek için türlü zahmetler çeker, büyük emek verirler. Gerek yeme ve
içmeleri, gerek eğitimleri için ellerinden geleni yapıp olmadık zorluklara
katlanırlar.
Çocuk doğmadan kaftan biçilmez: Bir iş henüz ortaya çıkmadan, bir neticeye
varmadan kimi hazırlıklara girişmek, onun hakkında yorum yapmak yanlıştır. Önce
iş ya da olay netleşmeli, ne olup olmadığı anlaşılmalı, sonra hazırlık
yapılmalıdır.
Çocuk düşe
kalka büyür: Hemen her çocuk emeklemeye, yürümeye başladığı zamanda sık sık
düşüp şurasını ya da burasını incitebilir. Bu durum son derece doğaldır.
Anne_baba bunun için kaygı duymamalıdır.
Çocuktan al haberi: 1) Çocuk gizlilik kavramından haberdar değildir.
Dolayısıyla duyduğu şeyi kolayca başkalarına söyleyebilir. Bunun yanlış
olduğunu da düşünemez. Bu sebeple başkasının duyması istenmeyen, sır olarak
kalması gereken şeyleri çocuğun yanında konuşmaktan kaçınılmalıdır. 2) Çocuklar
yaşları gereği yalan dolan nedir pek bilmezler. Kendilerine sorulan bir şeyi,
bildikleri ve tanık oldukları bir olayı, duydukları bir sözü olduğu gibi
anlattıkları, çarpıtmadıkları için haberin doğrusu çocuklardan alınır.
Çoğu zarar,
azı karar: Her şeyin bir ölçüsü ve bir sınırı vardır. Bunları ihlâl eden, aşan,
aşırıya kaçan insan zararla karşılaşır. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için en
uygun ölçü olan "karar" sınırında kalınmalı, öteye gidilmemelidir.
Çok arpa atı çatlatır: At arpayı çok sever ama ölçüyü kaçırıp da gereğinden fazla
yerse zararını hemen görür. Bunun gibi her işte de bir ölçü vardır, ölçüyü
kaçırıp işte aşırı gitmek zararımıza olur.
Çok bilen
çok yanılır: Bir insan çok bilgi sahibi olabilir. Ama bu demek değildir
ki her şeyin mahiyetini biliyor. Onun da bilmediği, inceliğini kavramadığı pek
çok şey vardır. Bu bakımdan bilgisi sebebiyle bir insan kendisine güvenip öyle
olur olmaz şeylere karışmamalıdır. Yoksa yaptığı bir hareket, söylediği bir
söz, fark etmediği bir durum onu yanılgıya düşürüp zor durumda bırakabilir.
Çok gezen
çok bilir: Bilgi edinmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri de gezip görerek
öğrenmedir. İnsanlar gezdikleri yerlerde gördükleriyle ilgili pek çok bilgi
edinirler. Ne kadar çok yer gezerlerse, bilgileri de o kadar çok artar; bu
yolla, bildikleri üzerine bilgi katarlar, bilgi dağarcıklarını zengin kılarlar.
Çok havlayan
köpek ısırmaz: Bilinen şu ki, bağırıp çağıran, yapacağı kötülüğü açıkça
söyleyen, sözleriyle karşısındakini korkutmaya çalışan kimse, saldırıda
bulunamaz; istese de bunu yapamaz. Bunun aksine, sesini çıkarmayıp sinsice
hareket edenler tehlikelidirler. Onlar yapacaklarını yapıp gösterirler.
Çok koşan
(seğirten) çabuk (tez) yorulur: Hemen her işte sağlıklı sonuca ulaşmak
dengeli çalışmakla mümkündür. İnsanın gücü bellidir. Gücünün üstünde çalışır,
aşırı çaba gösterirse çabuk yorulur; yorgun düşer, dolayısıyla sonuca da geç
ulaşır. Gücünün üstüne çıkmadan, kendisini çok yormadan çaba harcayanlar hem
sürekli çalışırlar, hem de sonuca daha kolay ulaşırlar.
Çok söyleme
arsız olur, aç koyma hırsız olur (Aç bırakma hırsız olur, çok söyleme arsız
olur): Yönettiğin, eğittiğin, koruduğun kimselere aşırı ölçüde söylemek, ardı
arkası kesilmeyen buyruklar vermek, eleştirilerde bulunmak sözlerinin gücünü
kırıp tesirsiz bırakabilir; dolayısıyla o kimseler yüzsüz ve söz dinlemez
olurlar. Benzer bir şekilde bu kimseleri aç da bırakma, haklarını ver; gerek
yiyecek, gerek para bakımından bir sıkıntıya düşürme; yoksa onları kötü yola
iter, hırsızlığa sevk edersin.
Çok yaşayan bilmez, çok gezen bilir: İnsanın bilgisi yaşıyla ölçülemez. Uzun bir
ömür süren ama çevresinden hiç ayrılmayan kimselerin bilgileri de sınırlıdır.
Oysa çok gezen, çok yer gören kimseler daha bilgilidirler. Çünkü onlar
gördükleri yerler hakkında ayrı ayrı bilgiler edinmişler ve bilgi
dağarcıklarını zenginleştirmişlerdir.
Çürük tahta
çivi tutmaz: 1) Gerçek niteliğini yitirmiş, aslı bozulmuş, eskimiş, işe
yaramaz bir hâle gelmiş bulunan bir şeyi, ne kadar uğraşırsak uğraşalım
faydalanabilecek bir duruma getiremeyiz. 2) Şahsiyetini yitirmiş, soyluluğu
kalmamış, kaypak ve güvenilmez kimselerle bir işe girişilemez. Bu gibi
kimselerle kurulacak ilişkilerin sonu hüsranla biter.
Dağ başı dumansız
olmaz: Tabiatları
gereği dağ başları genellikle dumanlı olur. Nasıl dağ başlarından duman eksik
olmazsa, toplumda yüksek mevkilere, makamlara çıkan ve sorumluluk alan
kimselerin başında da dert eksik olmaz. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur: İnsanlar gezen, dolaşan, hareket eden varlıklardır. Bir yerden kalkıp başka bir yere gidebilirler. Arkadaşlar, dostlar, tanıdıklar birbirlerinden ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar, günün birinde, bir yerde karşılaşabilirler; hatta hiç karşılaşmayacaklarını sanan insanlar dahi birbirlerine kavuşabilirler. Dağ ne kadar yüce olsa yol (onun) üstünden aşar: 1. Güçlünün daha güçlüsü, yetkilinin daha yetkilisi, yönetilmez sanılanın bir yöneteni vardır. 2. Çözümü güç meselelerin, yenilmesi imkânsız gibi görünen zorlukların da üstesinden gelinebilecek bir yol vardır. Yeter ki gerekli azim, sabır ve cesaret gösterilsin, yılgınlığa düşülmesin. Damlaya damlaya göl olur: Her çok azdan olur. Küçük ve önemsiz şeyler birikerek büyük şeyleri meydana getirirler. Bunun için küçüktür, azdır, önemsizdir deyip hiçbir şey hor görülmemelidir; bunların önemi bilinmeli, çarçur edilmemelidir. Danışan dağı aşmış, danışmayan (-ın) yolu şaşmış: Kimi meseleler vardır ki, insanın onu tek başına halletmesi mümkün değildir. Bu durumda yapacağı tek şey, bilmediği şeyler hakkında uzmanlara başvurmak ve onlardan bilgi almaktır. Bu durumda, işleri kolaylaşacak, güçlükleri zorlanmadan yenecektir. Aksine hareket etmek, bilene sorup danışmaktan kaçmak, işleri zorlaştıracak, insanı çıkmazın içine itecektir. Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz: Her işin kendine has araç ve gereci vardır. O işten sağlıklı bir sonuç alınmak isteniyorsa uygun olan araç ve gereç kullanılmalıdır. Kötü, uygun olmayan araç ve gereçlerle iyi bir şey, kaliteli bir ürün alınamaz. Davul dengi dengine çalar: Bir işte çalışacaklar, dostluk ve arkadaşlık kuracaklar, özellikle de evlenecek olanlar her bakımdan (zenginlik, makam, alışkanlık, karakter vb.) kendilerine uygun kimseleri seçmelidirler. Aksi takdirde kısa zamanda anlaşmazlıklar başlar, kurulan ilişkiler bozulur. Davulun sesi uzaktan hoş gelir: İçindekilere hiç tat vermeyen, onları rahatsız eden kimi işler vardır ki uzakta olanlara kolay, hoş ve sevimli gelir. Ne zaman ki işin içine girerler, işte o zaman gerçeği görüp yanıldıklarını anlarlar. Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan: Birlikte iş görmek, birlikte yolculuk etmek, birlikte yaşamak isteyen karı-koca gibi insanlar arasında öncelikle bir uyumun olması şarttır. Bu uyum da karşılıklı saygı ve sevgi temeline dayanır. Tek taraflı sevgi ve saygı uyumu sağlamaya yetmez, ortada düzen diye bir şey kalmaz, kurulan beraberlikten de hayır gelmez. Deli deliden hoşlanır, imam ölüden: Kişiler, her bakımdan (mevki, yaş, fikir, duygu, eğitim v.b.) kendilerine benzeyen, uygun olan ya da yarar yağlayabilecekleri kimse ve şeylerden hoşlanıp onlara yaklaşırlar. Deli ile çıkma yola, başına getirir (gelir türlü) belâ: Kavrayışı kıt, akılsız, aşırı davranışları olan kimselerle ne işe girilir, ne de yolculuk edilir. Buna kalkışan başına türlü dertler alır, çok zarar görür. Deliye her gün bayram: Aklı kıt, kavrayışı az, sorumluluk nedir bilmeyen, hiçbir şeyi kendisine dert edinmeyen, istediği işi yapıp istediği yerde dolaşan, ne kazanıp ne kaybettiğinin farkında olmayan kişinin hâli tıpkı bir delinin hâli gibidir. Onun için günlerin birbirinden farkı yoktur, hemen her gününü bayram neşesi içinde geçirir. Demir nemden, insan gamdan çürür (Duvarı nem, insanı gam yıkar): Bir demirin paslanıp niteliğini kaybetmesine nasıl nem sebep oluyorsa bir insanın yıpranmasına, çöküntüye uğramasına, için için erimesine, harap olmasına da üzüntü, sıkıntı ve çeşitli dertler sebep olur. Bu bakımdan insan her olur olmaz şeyi kendisine dert edinmemelidir. Demir tavında dövülür: Demirin istenilen biçime sokulabilmesi, çekiçle dövülüp işlenebilmesi için önce ateşte ısınıp kızarması, yumuşaması gereklidir. Bunun gibi her işin yapılması, o işten iyi netice alınması için de en uygun zamanı kollamak ve bundan yararlanmak gereklidir. Denize düşen yılana sarılır: Son derece tehlikeli bir durumla karşı karşıya gelen, çaresiz kalan, kurtuluş için bir çıkar yol bulamayan kişi, bu kötü durumdan kurtulmak için her türlü yola başvurur. Öyle ki, en tehlikeli şeylere bile sarılmaya çalışır, onlardan yardım bekler. Çünkü hiçbir tutar seçeneği kalmamıştır. Derdini söylemeyen derman bulamaz: Her derdin, müşkülün, güç ve sıkıntının altından insanın tek başına kalkması mümkün değildir. Böyle kötü bir durumda bulunan kişi, içinde bulunduğu bu durumu kendisine yardımı dokunacak kimselere, yakınlarına açmalıdır. Derdine ancak bu şekilde çare bulabilir, sıkıntılarından kurtulup rahatlayabilir.
Dertsiz baş (kul)
olmaz: Hemen herkesin az veya çok bir derdi
vardır. Dertsiz insanın düşünülmesi mümkün değildir. İnsan bunu bilmeli ve
karamsarlığa kapılmadan dertlerini azaltmaya çalışmalıdır.
|
Ecel geldi cihana, baş ağrısı
bahane: Her canlı gibi insan da yaşar ve ölür. Her
insanın da Yüce Allah tarafından takdir edilmiş bir ömrü vardır. İnsan bunu
ne uzatabilir ne de kısaltabilir. Ecel saati gelen kimse bir nedenle ölür.
Ancak ölüm nedeni olarak gösterilen hastalık, kaza gibi bir şeyler aslında
bir bahanedir. Asıl neden kişinin kendisine takdir edilen yaşam süresinin
dolmasıdır.
|
Fakirlik
ayıp değil, tembellik ayıp: İnsanın kusur ve eksiği, ahlâkî yönü varlıkla
belirlenemez. Bu bakımdan yoksul olması, geçimini sağlamakta güçlük çekmesi
utanılacak bir durum değildir. Asıl utanılacak durum ve davranış, gücü varken
tembellik edip çalışmamak ve yoksul düşmektir.
Fare (sıçan)
deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (kıçına) kabak bağlamış: 1) Yapamayacağı
kadar ağır bir iş varken başka bir iş daha yüklenmek son derece sakıncalıdır.
İnsan önce kendi işini yapıp düzlüğe çıkmalı, daha sonra başkalarının yükünü
omuzlamayı düşünmelidir. 2) Kendisi sığıntı durumunda iken yanına bir kişi daha
almak yanlış ve tutarsız bir davranıştır.
Faydasız
baş mezara yaraşır: Mademki yaşıyor, o hâlde bir işe yaramalıdır insan. Ne
kendisine, ne de etrafına bir yararı, bir kârı dokunmayan ve ona buna yük olan
kişinin yaşaması ile ölmesi arasında bir fark yoktur.
Fazla
(artık) mal göz çıkarmaz: O an için ihtiyaç duyulmayan mal, ne kadar ve
ne türden olursa olsun elden çıkarılmamalıdır. Hiç umulmadık bir günde ona
gerek duyulabilir. Ayrıca malın çok olmasının kimseye bir zararı da yoktur.
Fırsat
her vakit ele geçmez: Ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde
yararlanmak gereklidir. Çünkü insanın karşısına çok seyrek çıkar.
Fukaranın
tavuğu tek tek yumurtlar: Yoksulun şansı hemen hemen hiç gülmez. Onun
eline geçen imkânlar da öyle çok değildir. İmkânları sınırlıdır; bunun için,
hangi işe el atarsa atsın, zengin gibi kazanamaz. Umduğundan fazla kazandığı
görülmemiştir.
G
Gafile kelâm, nafile
kelâm: Çevresindeki
gerçekleri görmeyen, sezmeyen, bilgisiz, dalgın kimseye ne söylense kâr etmez.
O, bildiği gibi hareket eder. Dolayısıyla ona söylenecek her söz boşa gider.
Gammaz olmasa tilki pazarda
gezer: Gizli-saklı,
kanunsuz yollarla çıkar sağlamayı iş edinen kimseleri, söz getirip götüren
kimselerin varlığı korkutur. Dolayısıyla bunlar yakayı ele vereceklerinden
çekinerek, herkesin içinde öyle uluorta dolaşamazlar.
Garip kuşun yuvasını Allah
yapar: Kimsesiz,
zavallı, yoksul ve güçsüz kişiye yüce Allah yardım eder. Hiç ummadıkları bir
yerden kendilerine yardım eli uzanır ve darda kalmazlar. Yüce Allah onları
korur, gözetir ve mal sahibi yapar.
Gâvurun ekmeğini yiyen,
gâvurun kılıcını çalar: Kişi geçimini kimden sağlıyorsa, kimin hizmetinde ise, ne kadar
merhametsiz ve acımasız olursa olsun, ne kadar fikirleri uyuşmazsa uyuşmasın
onun yanında olur; onun istediklerini yerine getirir.
Gelene git denilmez: 1) Kendiliğinden gelen güzel bir
şeyi, faydayı geri çevirmek doğru olan ve yakışık alan bir şey değildir. 2)
Gelenek ve göreneklerimize göre, kendiliğinden gelen konuğu kabul etmeyip geri
çevirmek doğru bir davranış olmaz.
Gelen gidene rahmet okutur
(Gelen gideni aratır): Bir
işe veya göreve sonradan gelen, orada daha önce çalışandan daha başarısız ve
geçimsiz olabilir. Dolayısıyla beğenmediğimiz o eskiyi bize aratır ve
"keşke o gitmeseydi, o çok iyiydi" dedirttiği olur.
Gemisini kurtaran
kaptan: Tehlikeli,
güç bir duruma düşüp de ortalık iyice karışınca kimileri kendi başlarının
çaresine bakarlar. Bunlar ne yapıp yapıp kurtulur ve iyi sonuca ulaşırlar.
Gençliğin kıymeti
ihtiyarlıkta bilinir (anlaşılır): İnsanın gençliği göz açıp kapayıncaya kadardır. Ne olup bittiği
pek anlaşılamadan geçip gider. İnsan ihtiyarlayınca şöyle düşünür, yapılacak
pek çok şeyin varolduğunu fark eder. Ancak iş işten de geçmiştir. Çünkü bunları
yapacak ne gücü ne de zamanı vardır. İşte o an, gençliğin ve gençlik günlerinin
ne denli kıymetli olduğunu anlar.
Gençlikte para kazan (taş
taşı), kocalıkta kur kazan (ye aşı): Gençlik, insanın en verimli çağıdır. Güç ve enerji doludur. İnsan
işte bu dönemde çalışıp para biriktirmeli, mal-mülk sahibi olmalıdır. Çünkü
ihtiyarlayıp gücünü yitirdiği, çalışamadığı dönemde ona ihtiyaç duyacaktır.
Elinde olduğu için de rahat yaşayacak ve sıkıntı çekmeden gün geçirecektir.
Gidilmeyen yer senin değildir
(olmaz): Ulaşıp
yanına varamadığımız, kendisinden yararlanamadığımız yer bizim olsa ne olur?
Bizim dediğimiz yer, elimizde bizzat tutup kendisinden yararlandığımız yer
olmalıdır.
Gidip de gelmemek, gelip de
görmemek (bulmamak) var: Bulunduğu yerden uzaklara gidecek kimsenin geri dönmemesi,
döndüğünde de bıraktıklarını bulamaması mümkündür. Bu sebeple yola çıkacak kişi
bunu düşünmeli ve yakınları ile helâlleşmelidir.
Göğe direk, denize kapak
olmaz: Öyle işler
vardır ki, insanın gücünü ve imkânlarını aşar; gerçekleştirilmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla bu tür işlerle uğraşmak, bu yolda hayallere kapılmak
boşunadır.
Gönlün yazı var, kışı
var: Hayat inişli
çıkışlıdır. Hayatın bu durumu insanı etkiler. Dolayısıyla insanın bir günü
diğerine uymaz. İnsan bazen iyimser, neşeli, umutlu ve mutluluk doludur; bazen
de kötümser, üzgün, neşesiz, mutsuz ve bezgindir.
Gönül bir sırça saraydır,
kırılırsa yapılmaz: Gönül;
sevgi, istek, düşünüş, anma ve hatır gibi kalpte var sayılan duygu kaynağıdır.
Bu kaynak insanı yeterince nazik ve içli kılar. Dolayısıyla kaba ve sert
hareketler karşısında fazla dayanamaz, çabucak incinip kırılır ve gücenir.
Kırılan bir gönlü kolay kolay onarmak ve eski hâline getirmek de oldukça
güçtür. Öyleyse etrafımızdaki insanlarla olan ilişkilerimizde dikkatli olmalı,
gönül kırmaktan kaçınmalıyız.
Gönülden gönüle (kalpten
kalbe) yol vardır. (Kalp kalbe karşıdır): İnsanları bir araya getiren huy, zevk, alışkanlık, fikir
ve inanç birliğidir. Dolayısıyla bu insanların gönüllerinde de bir duygu
birliği vardır. Biri öteki için ne düşünüyor ve ne hissediyorsa, ötekide beriki
için benzer şeyi düşünür ve hisseder.
Gönül ferman dinlemez: Ne denli engel, ne denli yasak
konursa konsun gönül sevdiğinden asla vazgeçmez. Çünkü insanın gönlüne söz
geçirmesi oldukça zordur.
Gönülsüz namaz göğe
(göklere) ağmaz (Gönülsüz davara giden köpekten hayır gelmez): İçten gelen bir istekle kılınmayan
namazın kabul olunacağı her zaman şüphe götürür. Benzer şekilde içten gelen bir
heves ve şevkle yapılmayan işten de hayır gelmez. İnsanlara zor kullanarak
yaptırılan işlerden verim alınamaz. Verim ancak sevilerek, zevk alınarak
yapılan, işlerden beklenebilir.
Gönülsüz yenen aş, ya karın
ağrıtır, ya baş: İstenmeden,
zorla yenen yemek insana nasıl dokunup zarar verirse (sindirim sistemini bozma,
bulantı ve kusma yapma), zorla ve istenmeden yapılan iş de benzer bir şekilde
kötü ve hayırsız bir sonuç verir.
Gön yufka yerinden delinir.
(İp inceldiği yerden kopar): Hemen her iş, olay, durum ve konunun zayıf ve çürük bir yanı
vardır. Bu yanın bilinmesi, dayanma ya da çökmede oldukça önemlidir. Düşman bu
zayıf noktayı bulup yararlanmasını bilirse yenilgiyi kolay tattırır. Benzer
şekilde bir zayıf noktasını bulup sağlamlaştıranlar, düşmanlarının zafer yolunu
kapatmış ve güçlerini artırmış olurlar.
Görenedir görene, köre nedir
köre ne: Bir şeye
karşı takınılacak sağlıklı tavır, onu görmeye ve anlamını kavramaya bağlıdır.
Görmesini bilmeyen, yeterli bir kavrayışa da ulaşamaz. Dolayısıyla onun için
hiçbir şeyin anlamı olamaz.
Gören gözün hakkı
vardır: Kendisinden
faydalanılan, elde de yeterince bulunan, başkalarında bulunmayan yiyecek ya da
imrenilecek bir şeyden gören kimselere de mümkünse vermek gerekir. Çünkü göz
görünce gönülde o şeyi arzu eder.
Görünen köy kılavuz
istemez: Apaçık
ortaya çıkan belli gerçekler karşısında duraksamak, ayrıcı bir açıklama yapmaya
kalkışmak yersizdir.
Gözden ırak olan, gönülden
de ırak olur: Ayrı
düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır. Çünkü insan, sevdiği kimseyle
sıkça görüşüp sevgisini ve muhabbetini tazeleme imkânı bulamaz. Dolayısıyla
ilgi bağı kopar, yavaş yavaş da o kimseyi unutur.
Göz görmeyince gönül
katlanır: Yakınımızda
bulunmayanların özlemine, acısına daha kolay dayanabiliriz. Çünkü bizden uzakta
yaşayan sevdiğimiz bir kimseyle istesek de ilgilenemeyiz. Dolayısıyla
görüşmekten umudumuzu keser ve ayrılığa katlanırız. Ama yakınımızda bulunan ve
her gün gördüğümüz kimseyle ilgilenmeden edemeyiz. Onun her zaman gördüğümüz
acısına da tahammül edip katlanmamız oldukça güçtür.
Gözü tanede olan kuşun ayağı
tuzaktan kurtulamaz: Gözü
bir türlü doymayan, sürekli çıkarını düşünen, onun peşinde koşan ve bu uğurda
her türlü işe kalkışan kimse, yakasını tehlikelerden kurtaramaz; başına türlü
belâlar gelir.
Gülme komşuna, gelir
başına: Birinin
başına gelen kötü bir durum, gün olur senin de başına gelir. Başına gelen
felâkete başkalarının gülmesi seni nasıl incitirse, senin başkalarının kötü
hâline gülmen de onları incitir. O hâlde birilerinin başına gelen kötü durumdan
ötürü, onlarla sakın alay etme.
Gülü seven dikenine
katlanır: Seven
kişi, sevdiği kimse veya sevdiği iş yüzünden başına gelecek sıkıntılara ses
çıkarmadan katlanır. Bilir ki, sevdiğini elde etmek için birçok güçlüğe göğüs
germek, fedakârlıkta bulunmak zorundadır.
Gün doğmadan neler
doğar: Yüce
Allah`tan başka kimse yarının ne getireceğini bilemez. Yarın birçok
değişikliklere gebedir. Beklenmedik bir sırada umut verici durumlarla da
karşılaşma imkânı vardır.
Güneş balçıkla
sıvanmaz: Açıkça
meydana çıkmış, hemen herkesin bildiği gerçeği inkâr etmek, gizlemeye çalışmak,
yalan dolanla değiştirmeye yeltenmek mümkün değildir. Buna güç yetirecek insan
yoktur.
Güneş girmeyen eve doktor
girer: Güneşin
insan sağlığı açısından önemi tartışma götürmez. Güneşin girmediği yerlerde
mikropların daha çabuk çoğaldığı, güneş yüzü görmeyen insanların da daha çabuk
soluklaştığı bilinen gerçeklerdendir. Güneş birçok hastalığa iyi gelirken,
sağlığın da baş koruyuculuğunu yapar. Görülüyor ki güneşli evde hastalık olmaz.
Güvenme dostuna, saman
doldurur postuna: Dost
sandığı birtakım kimseler, çıkarları söz konusu olduğunda sana kolaylıkla
kötülük edebilirler. Üstelik bunu, senin onlara duyduğun güvenden yararlanarak
yaparlar. Bu bakımdan herkesi dost sanma ve onlara inanma.
Güvenme varlığa, düşersin
darlığa: Varlık
gelip geçicidir. Kimde ne zaman, ne kadar duracağı belli olmaz. Bu bakımdan
insan varlığına, zenginliğine güven duyarak öyle olur olmaz işlere
kalkışmamalı; har vurup harman savurmamalı, tutumlu davranmalıdır. Gelecekte
işlerinin kötüye gitmeyeceğini, yoksul düşmeyeceğini, darda kalmayacağını kim
söyleyebilir?
Güzün gelişi yazdan
bellidir: Başlangıç
ve gidişat bir işin nasıl sonuçlanacağı konusunda aşağı yukarı bir fikir verir.
İyi başlamayan, sürekli aksayan, aksiliklerden bir türlü kurtulamayan işin
olumlu sonuçlanacağı pek düşünülemez.
Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke`ye, dede dede olmaz gitmekle
tekkeye: Bir işte asıl olan iyi niyet, samimiyet ve
içtenliktir. Bunlar olmadan bir işi görünüşte ve şeklen yapmakla o iş
gerçekten yapılmış olmaz. Böyle yapılırsa gerçekten iyi sonuç alınıp amaca
ulaşılamaz. Haddini bilmeyene bildirirler: Hemen herkesin toplumda belli bir konumu, sınırı ve yetkisi vardır. Bulunduğu durumu söz ve davranışlarıyla aşanlar sert bir karşılık görürler, cezalandırılırlar, yola getirilirler. Hak deyince akan sular durur: Bir meselenin çözümünde, bir anlaşmazlıkta adaletli ve tarafsızca davranılır, doğru yol tutulur, hakkaniyet gözetilirse hiç kimse bir şey söyleyemez, herkes verilen kararı kabul eder. Hak gelince, batıl gider: Kur`an-ı Kerim`deki "Hak geldi, bâtıl zâil oldu" âyetinden yola çıkılarak oluşturulan bu atasözünde, "Hak", Yüce Allah`ın emri, hükmü anlamındadır; "bâtıl" ise doğru ve gerçeğin karşıtıdır. Dolayısıyla bir anlaşmazlık sırasında doğrudan ve gerçekten yana olunur, insaflı ve adaletli hüküm verilirse, doğru ve gerçeğin karşısında olan zalimler çekip gitmek zorunda kalırlar. Hak yerde kalmaz: Gerçek, doğru, adalet, insaf ve haklı kazanç hiçbir şekilde yok edilemez. Kişinin hakkı olan şey ya bu dünyada, ya da öbür dünyada kendisine verilir. Hakkı hor görenler, çiğnemeye kalkışanlar, inkâr edenler büyük bir aldanış içindedirler. Hak yerini bulur: Haksızlık er veya geç ortaya çıkar, bunun da hesabı kuşkusuz sorulur. Suçlunun cezalandırılması, hakkıyla hakkının verilmesi bu dünyada veya öbür dünyada mutlaka gerçekleşir. Hamala semeri yük değildir (olmaz): İnsana kendi işi ağır gelmez. Çünkü üstlendiği iş ve sorumluluk yaşadığı hayatın tabiî bir sonucudur. Hamama giren terler: Bir işe girişen kimse, o işin güçlüklerini, sıkıntılarını ve masraflarını göze almalıdır. Çünkü bu işin durumunu, sorumluluğunu kendi isteğiyle kabul etmiştir. Haramın temeli olmaz (Haramdan şifa olmaz): Yüce Yaratıcı`nın yasak ettiği yollardan, emeksiz ve haksız olarak bir şeye el atıp sahip olmak haramdır. Bu çeşit kazanç insana ne tat verir, ne de yarar getirir. Kişi o şeyden gereği gibi faydalanamaz, geldiği gibi çabuk gider, hayrını göremez. Harman dövmek keçinin işi değil: Hemen her işin bir yapılma biçimi ve ustası vardır. Ağır, önemi büyük işleri öyle herkes yapamaz. Hele bu işler acemi kimselere hiç bırakılamaz. Bu tür işlerden iyi sonuç almak isteyenler, işlerini mutlaka ehline vermelidirler. Hastalık sağlık bizim (insan) için: Sağlıklı bir insan organizmasında birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla fizyolojik görevlerin aksaması, dolayısıyla sağlığın bozulması son derece tabiîdir. Bu sebeple, hasta olmamak için önceden tedbir almalı, her halükârda hastalığa yakalanırsa da bunu büyütmemeli insan. Hatasız kul olmaz: Hiçbir insan tam değildir. Her insan bilerek ya da bilmeyerek yanılıp yanlışlığa düşebilir, suç işleyebilir, günaha girebilir. Kusurları bakımından insanlara fazla yüklenmek doğru değildir. Önemli olan insanların hatalarını yüzüne vurmak değil, hatalarını azaltmada onlara yardımcı olmaktır. Hay`dan gelen, Hu`ya gider (Selden gelen, suya gider): Sözün gerçek anlamında "Hay" ve "Hû" Allah demektir. Yani Allah`tan gelen, yine Allah`a gider anlamındadır bu söz. Ancak halk arasında mecazî bir anlam kazanmıştır. Kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar. Elde kalıcı olanlar, emek sarf edip alın teri dökerek kazanılan şeylerdir. Hayır dile komşuna, hayır gele başına: Kim başkaları için iyi niyet besler, iyilik diler, hayır isterse, başkaları da onun için aynı şeyleri düşünür. Kural o ki, iyilik ve kötülük karşılıklıdır. İyilik isteyen iyilik bulur, kötülük isteyen de kötülük. Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar söyleşe söyleşe ( konuşa konuşa) anlaşır: İnsanlar konuşarak birbirlerini daha iyi anlarlar. Çünkü konuşma, anlaşma yollarının başında gelir. İnsanlar duygu ve düşüncelerini konuşarak karşı tarafa aktarırlar, tartışırlar ve birbirlerini tanımaya çalışırlar. Hayvan yularından, insan ikrarından tutulur: Yular, bir hayvanın idare edilmesinde oldukça önemlidir. Bir yere döndürülmesi, çekilip götürülmesi, bir yere bağlanıp tutulması yular vasıtasıyla olur. Bir insanı ise sözü (ikrarı) bağlar. Verdiği sözden dönen kimse, itibarını da yitirmiş sayılır. İhbarını düşünen kimse sözünden caymaz. Eğer cayarsa, bu kendisine hatırlatılır; sözünün istikametine yönelmesi istenir. Hayvanı yardan düşüren bir tutam ottur: Bk. "Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur." Hekimden sorma, çekenden sor: Bir hastanın ne çektiğini, hekim değil hasta bilir. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar. Bunun gibi bir derde düşenin, bir felâkete uğrayanın, sıkıntılar içinde kıvrananın çektiği çileyi, ancak kendisi bilir, çare sunan, çözüm yolu gösterenler değil. Hekimsiz, hâkimsiz yerde oturma: Sağlığımızı yitirdiğimiz, hastalandığımız zaman kapısını çalacağımız tek kişi hekimdir. Haksızlığa uğradığımız, can ve mal emniyetini kaybettiğimiz yerde başvuracağımız kişi de hâkimdir. Bu önemli iki kişinin bulanmadığı yerde oturmak son derece sakıncalıdır. Her ağacın meyvesi olmaz: Etrafımızda yaşayan insanların dış görünüşlerine bakarak onlardan bir verim beklenmemelidir. Dıştan bize verimli gibi görünen nice insanın yararsız olduğu, onlardan bir fayda gelmediği çok görülmüştür. Her ağaçtan kaşık olmaz: Kimi nesne, iş ya da durumun kendine has bir özelliği vardır. Bu bakımdan özelliği bulunan bir şey için herhangi bir malzeme, madde veya kimse kullanılamaz. Görünüşe aldanmamalı, uygun olan seçilmelidir. Her çok azdan olur: Çoğun temelinde az yatar. Önce az olanlar, birike birike çoğu meydana getirmiştir. Bu bakımdan azlar önemsiz görülüp atılmamalı, aksine sabırla bir arada tutulup biriktirilmelidir. Her damardan kan alınmaz: İnsanların yapıları birbirine uymaz. Kimi iyi, kimi kötü huyludur. Kimi yardımsever, kimi bencildir. Bu sebeple herkesten yardım istenmez, istense de yardım gelmez. Şu hâlde insan kimden yardım isteyeceğini belirlerken dikkatli olmalı, her önüne gelenden yardım istememelidir. Her deliğe elini sokma, ya yılan çıkar ya çıyan: Hiç kimse içyüzünü iyi bilmediği, yeterince incelemediği, hakkında bilgi sahibi olmadığı, denemediği bir işi yapmaya kalkışmamalıdır. Yoksa kendini tehlikeye, altından kalkamayacağı zararlı sonuçlara atmış olabilir.
Her Firavun`un
bir Musa`sı olur: Her
zalimden toplumu kurtaracak, zalime yaptıklarının hesabını soracak bir
kurtarıcı mutlaka çıkacaktır.
Her horoz kendi çöplüğünde öter: Herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır, kuvvet bulur ve sözünü geçirebilir. Çünkü asıl yeri orasıdır, bağlıları çevresindedir, orada güvence altındadır, orada rahat etmektedir. Her inişin bir yokuşu vardır: Hayatın akışında hiçbir durum olduğu gibi kalmaz. Olumlu, olumsuzu, iyi, kötüyü, yükselme, alçalmayı; başarı, başarısızlığı kovalar. Bunun tersi de kaçınılmazdır. Bu bakımdan işleri bozulan, başarısızlığa uğrayan kimse üzülmemeli; kötü durumunun devamlı olmadığını bilmeli, umut var olmalıdır. Her işin başı sağlık: İnsanın yapacağı her şey vücut sağlığına bağlıdır. Sağlıklı olmayan kimse hiçbir iş yapamaz. Bir iş yapamayan, başarılı olamayan kimse de yaşadığı hayattan bir tat almaz; mutlu olamaz. Her kaşığın kısmeti bir olmaz: Her insanın talihi, kaderi bir değildir. Bu bakımdan kazançlarının farklı olması da doğaldır. Bir işte kişiler aynı çabayı gösterseler, aynı emeği verseler de biri diğerinden daha az kazanır. Çünkü kısmeti o kadardır. Herkes bildiğini okur: İnsanlar çoklukla kendi akıllarını beğenirler. Dolayısıyla başkaları ne derse desin, onların düşüncelerine uymaktansa kendi düşüncelerine göre iş yapmayı daha uygun bulurlar. Herkesin arşınına göre bez vermezler: Genel kurallar herkesin istek ve ihtiyacına göre bozulamaz. Dolayısıyla bir durumun ölçülerimize göre gerçekleşmesini beklemek doğru değildir. İstenen ölçüde değil, gerektiği oranda yarar sağlanacağı bilinmeli. Herkesin ettiği yoluna gelir: Bir kimse başkasına nasıl davranıyorsa, başkaları da ona öylece karşılık verirler. İyilik eden iyilik, kötülük eden de kötülük görür. Herkesin tenceresi kapalı kaynar: Kimsenin durumu, içinde bulunduğu yaşayış şartları başkalarınca gereği gibi bilinemez. Herkesin yorulduğu yere han yapılmaz: Bir yerde, bir düzende herkesin uymak zorunda olduğu genel kurallar vardır. Bunlar kişinin dileği doğrultusunda değiştirilemez. Herkes kaşık yapar ama sapını ortaya getiremez: Herkes bir iş yapar ama istenildiği kadar güzel ve kusursuz biçimde yapıp da ortaya çıkaramaz. Bunu becerenlerin sayısı da bir hayli azdır. Herkes ne ederse kendine eder: Kişi çevresine nasıl davranırsa, çevresi de ona benzer şekilde davranır. İyilik eden iyilikle, kötülük eden kötülükle karşılaşır. Kişi, muhatap olduğu davranışların sorumlusudur. Her koyun kendi bacağından asılır: Herkes kendi davranışlarından sorumludur. Herkes kendi hatasının cezasını kendi çeker. Hiç kimse başkasının yaptığı bir hatadan ötürü hesap vermez. Her kuşun eti yenmez: 1) Herkes zorbalığa boyun eğmez. Bu zorbalığa karşı gelecekler de vardır. Öyleleri çıkar ki, seni alt eder, pişman bile olursun. 2) Kimi işlerin altından kalkmamız mümkündür. Ama öyle işler de vardır ki, asla başaramayacağımız işlerdir. Öyle görünüşe aldanıp da o işin altına girmeyelim. Yoksa hiç ummadığımız bir zarar görebiliriz. Her şeyin bir vakti var, horoz bile vaktinde öter: Bir işten olumlu sonuç bekleniyorsa zamanında yapılmalıdır. Çünkü gerekli şartlar ve elverişli ortam o zamandadır. Bu bakımdan bir işi zamanından evvel yapmaya kalkışmak ne kadar zararlıysa, sonraya bırakmak da o kadar zararlıdır. Bir işte acelecilik kadar, geç kalmışlık da başarısızlığa neden olur. Her şeyin yenisi, dostun eskisi (makbuldür): Sürekli kullanılan eşya yıpranır, eskir, gözden düşer, gittikçe de insana sıkıntı verir, yenisini aratır. Ancak dostluk böyle değildir. Dostluk eskidikçe güç ve değer kazanır. Çünkü birçok hatıralar birlikte yaşanmış, birlikte birçok imtihandan geçilmiş, bağlar gittikçe sağlamlaşmıştır. Eski dostluk içten olduğu için aranır, yeni dostluklar ise henüz gönüllerde kökleşmediği için pek makbul değildir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır: Herkesin kendine özgü bir çalışma yöntemi, bir iş yapma biçimi vardır. Çünkü kişilikleri, bilgileri, yetenekleri, yöntemleri ve yolları birbirinden farklıdır. Her yiğidin gönlünde bir arslan yatar: Herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardır. Hoşlandığı, sevdiği, kavuşmak istediği bu emeli devamlı gönlünde taşır, onun özlemiyle yaşar. Her zaman gemicinin istediği rüzgâr esmez: Gerçekleştirmek istediğiniz bir iş için uygun şartları dilediğiniz anda bulmanız mümkün değildir. Çünkü olaylar dileğimize göre oluşmaz. Bu bakımdan fırsat elimize geçtiğinde ondan hemen yararlanma yoluna gitmeliyiz. Her ziyan bir öğüttür: Bilerek ya da bilmeyerek uğradığı her zarar kişiye ders olur. Kendisini bu duruma düşüren yanlış hareketi bulur, aynısını tekrarlamayarak doğabilecek başka zararlardan kendisini korur. Hesapsız kasap, ya bıçak kırar ya masat (Hesabını bilmeyen kasap, ne satır bırakır, ne masat): 1) Alacağını ve borcunu bilmeyen, gelirini giderini işine göre ayarlamayan kişi, elinde avucunda bulunanı da kaybeder; zarara uğrar. 2) Önlemini iyi almadan, ne yapıp edeceğini iyi düşünmede, bir iş girişiminde bulunan kişi, başarıya ulaşamaz; o iş için gerekli olan imkânları da yitirir. Hırsızlık bir ekmekten, kahpelik bir öpmekten: Hırsızlığın büyüğü küçüğü olmaz. Kişi bir ekmek de çalsa hırsız olur, yavaş yavaş da hırsızlığı meslek edinir. Kahpelik de benzer şekilde oluşur. Bugün bir öpücük verip de bunu önemsemeyen kız ya da kadın, yarın sokaklara düşer. Dolayısıyla bir öpücük bir namus kirletmeye ve kahpeliğe kapı aralamaya yeter. Hiddetle kalkan nedâmetle oturur: Öfkeyle, kızgınlıkla hareket eden kişi ne yaptığını pek bilmez; sağı solu incitir, kırar. Kısa bir zaman sonra etrafa ve kendisine verdiği zararı anlar ve pişman olur. Ne var ki iş işten geçmiştir bir kere. Hocanın (imamın) dediğini yap (söylediğini dinle), arkasından gitme (yaptığını yapma): Bir din görevlisinin anlattıkları dinin buyruklarıdır. Ancak insan beşerdir, şaşar. O da hatalı, kusurlu olabilir; hatta bile bile yanlış da yapabilir, söyledikleriyle yaptıkları birbiriyle çelişebilir. Bu bakımdan dikkatli ol; bu gibi yanlış yola sapmışların peşinden, onlar dinin buyruklarını anlatıyorlar diye sakın gitme. Hocanın (öğretmenin) vurduğu yerde gül biter: Öğretmen ne yaptığını bilen adamdır. Eğer bir öğrenciye vurmayı gerekli görmüşse, bunu mutlaka eğitmek amacıyla yapmıştır. Sakın ola ki, bu tavrından ötürü ona darılıp gücenmeyiniz. Tam tersine onun bu tavrından ötürü sevininiz. Çünkü onun vurduğu yerde meydana gelen kızarıklık, öğrencinin yarın yapacağı yanlışlıklardan, edineceği kötü alışkanlıklardan kurtuluşunun bir işareti olarak görülmelidir. Horoz ölür, gözü çöplükte kalır: Yaşanılmış, erişilmiş, alışılmış bir durum veya makam yitirildikten sonra, yine o durum veya makamda gözü kalır insanın. Kişinin bu tutkusu ihtiyarlık, hatta ölüm hâlinde bile devam eder. Horozu çok olan köyde sabah geç olur: Karışanı çok olan işlerden güç sonuç alınır. Çünkü her kafadan bir ses çıkar, herkes başka bir yol seçer, işin nasıl yapılacağı konusunda kesin karar verilemez. Dolayısıyla böyle bir işi sonuca ulaştırmak da oldukça güç olur. Huy canın altındadır: Bk. "Can çıkmayınca huy çıkmaz." Huylu huyundan vazgeçmez: Doğuştan gelen özellikler kolay kolay değiştirilemez. Bunun için ne kadar uğraşılsa boştur. Çünkü, o huy biçimi, kişinin karakterinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bunun için onu kolay kolay söküp atamaz. |
Bir
yerde ihtiyacı karşılayan bir şey varsa, onun yanına yine aynı ihtiyaca yönelik
ve üstelik de daha küçük bir şeyi yapmak gereksizdir; ayrıca bu, boşuna bir
çabadır; geri durmak gereklidir.
Irmaktan
geçerken at değiştirilmez.
Yürütülmekte
olan bir işin tam ortasında, işi tehlikeye düşürebilecek bir yöntem, bir
araç-gereç değişikliği girişiminden kaçınılmalıdır. Yoksa işimizi büsbütün
bozup büyük bir zararla karşılaşabiliriz. Bu tür girişimler için en uygun zaman
kollanmalı, değişiklik zamanında ve yerinde yapılmalıdır.
Irz
insanın kanı pahasıdır.
Irz,
bir kimsenin başkaları tarafından dokunulmaması, saygı gösterilmesi gereken
iffetidir. Dolayısıyla her şeyden önemlidir. Bu bakımdan kişi kanını döker,
canını verir ama namusunu kirlettirmez.
Isıracak
it dişini göstermez.
Kötülük
edecek kimse, bunu daha önceden haber vermez. Dolayısıyla bize açıktan açığa
cephe alan, bunu gürültü ve patırtısıyla belli eden kimselerden değil, bize
sinsice yaklaşan ve yaklaştığını da belli etmeyen kimselerden çekinmeliyiz;
asıl tehlikeli olan ve bize zararı dokunacak kimseler onlardır.
Isırgan
ile taharet olmaz.
1.
Kötü, zararlı kişiden iyilik beklenmez. 2. Her işin aracı farklıdır. İyi sonuç
bekleniyor ve zarara uğranmak istemiyorsan uygun araç-gereç seçilmelidir.
Islanmışın yağmurdan pervası yoktur.
Daha önce kötülük görmüş, zarara uğramış kimse, kendisini bu duruma
düşüren şeyden artık çekinip korkmaz.
Issız
eve it buyruk.
Sahip
çıkılmayan, başında bulunulmayan mal ya da iş, seviyesiz ve niteliksiz, bayağı
kişilerin eline geçer; onlarca kullanılır ve idare edilirler.
İ
İbadet de
gizli, kabahat de.
Yüce Allah`ın buyruklarını yerine getirmek her insana borçtur ve gösterişten
uzaktır. Gerçek iman sahipleri ibadetlerini başkaları görsün diye yapmazlar.
Eğer böyle yaparlarsa ibadetleri, ibadet olmaktan çıkar. Benzer şekilde kabahat
de başkalarına gösterilecek bir şey değil, tam tersi utanılacak bir şeydir. Bu
bakımdan onu da açıktan açığa yapmak insana yakışmaz, gizlenmeli ve
örtülmelidir.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.
Hoşlanılmayan bir davranışın en küçüğünü, başkalarından önce kendimizde deneyip
etkiyi görmeli; ondan sonra bunun daha büyüğünü başkalarına uygulamanın ne
denli uygun olup olmayacağına karar vermeliyiz.
İki at bir
kazığa bağlanmaz.
Kendi başına buyruk, kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan iki kişi,
aynı iş üzerinde görevlendirilip çalıştırılamaz. Her an aralarında
anlaşmazlığın çıkması, bunun da kavgaya dönüşmesi kaçınılmazdır.
İki baş bir
kazanda kaynamaz.
Fikirleri, eğilimleri ve davranışları birbirinden farklı olan iki kişi belli
bir konuda, bir iş üzerinde uyuşamazlar; görüş ayrılıkları yüzünden ortaya bir
şey çıkaramazlar.
İki cambaz bir
ipte oynamaz.
Kurnazlıkta eşit olan iki kimse bir iş üzerinde birlikte çalışamazlar;
birbirlerini aldatmak, saf dışı bırakmak için uğraşırlar. Bunda ısrarlı
olmaları, her ikisini de daha tehlikeli bir duruma iter.
İki dinle
(bin işit) bir söyle.
Haddinden fazla konuşmak, gereksiz ve yanlış sözlerin ağızdan çıkmasına yol
açar. Ayrıca konuşan kişiyi de itici yapar. Bu bakımdan az konuşmalı, çok
dinlemelidir. Hem yerinde konuşabilmek için de dinlemek şarttır. Çünkü
söylenenler ancak bu şekilde kavranır, çenesi düşüklükten de bu şekilde
kurtulur insan.
İki el bir
baş içindir.
1. Yüce Allah, insanları geçimlerini sağlayabilecek bir güçle donatmıştır. Bu
gücü kullanan insan, başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilir. 2. İnsan ancak
kendi geçimini sağlayabilecek bir güce sahiptir. Başkalarına yardım edecek bir
durumda değildir.
İki karpuz
bir koltuğa sığmaz.
Kimisi, önemi büyük birkaç işi bir arada yapmaya kalkışır. Bu ise çok zor ve
sakıncalıdır. Çünkü gücü ve dikkati dağıtır. Buna aldırmayanlar çoklukla yapmaya
kalkıştıkları işleri sekteye uğratırlar.
İki ölç,
bir biç.
Hangi iş olursa olsun, bir işe kalkışmadan önce işin ayrıntıları iyice
düşünülmeli; boyutları gözden geçirilmeli; nasıl başlanıp nasıl gelişeceği ve
nasıl sonuçlanacağı, ne alıp ne götüreceği dikkatle hesaplanmalı ve daha sonra
işe başlanmalıdır.
İnsan beşer, kuldur şaşar.
Hiçbir insan hatasız değildir. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. Dolayısıyla
şaşırıp yanlışlık yapması da kaçınılmazdır. Bu bakımdan dalgınlıkla,
şaşkınlıkla yapılan hatalara hoşgörüyle bakılmalıdır.
İnsan
doğduğu yerde değil, doyduğu yerde.
İnsan doğduğu andan itibaren sosyal bir hayatın içine girer. Dolayısıyla herkes
gibi o da yaşamak için çabalamaya başlar. Ne var ki, yaşadığı hayat şartlarının
zorluğu, insanı doğduğu yerin dışına iter. İnsan da istemeden geçimini temin
ettiği yerde kalır, orayı yurt edinir.
İnsan göre
göre, hayvan süre süre (alışır).
Bir işi öğrenmenin en iyi yolu, o işi görmekten, denemekten ve defalarca
yapmaktan geçer. Bunu sürekli yapan insanlar hem tecrübe, hem de alışkanlık
kazanırlar; dolayısıyla o işi kolayca yaparlar. Hayvanların bir işe alışmaları
ve o işi öğrenmeleri ise, o işi tekrar tekrar yapmaları ile sağlanır.
İnsan
insanın (adam adamın) şeytanıdır.
Çoklukla görülür ki, kötü ve art niyetli kimi uygunsuz kişiler, bazı saf ve iyi
niyetli kişileri kurdukları tuzaklarla doğru yoldan saptırıp yanlış yola
sürüklerler.
İnsanoğlu
çiğ süt emmiş.
Şurası muhakkak ki, insanın ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Çoklukla güven de
vermez. Hiç umulmadık bir anda nankörlük edip çıkarı için iyilik gördüğü
kimseye bile kötülük yapabilir.
İnsan
yedisinde ne ise, yetmişinde de odur.
Kişi pek çok özelliğini doğuşuyla birlikte getirir. Bunun yanı sıra, yedi
yaşına kadar da çevresinden etkilenerek kimi davranışlar kazanır ve bir huy
edinir. Edindiği bu huy ihtiyarlasa da kolay kolay değişmez.
İp
inceldiği yerden kopar.
Bir durum, bir olay ve bir iş en zayıf yerinden, en çürük noktasından bozulur
veya kopar.
İslam`ın
şartı beş, altıncısı insaf demişler.
"Kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât
vermek" İslâm dininin beş temel buyruğudur. Eğer bu beş şarta bir şart
daha eklenecek olsaydı, bu mutlaka "insaflı olmak" olurdu. Çünkü
insaf sahibi olmak, Müslümanlar için son derece önemli bir vasıftır.
İsteyenin
bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.
Birinden bir şey isteyen biraz utanır ama isteği yerine getirmeyen daha çok
utanması gerekir. Darda kalanın, ihtiyacı olanın, bir şeyi başkasından
istemesinde utanılacak bir yan yoktur.
İşine hor
bakan (sanatını hor gören) boynuna torba takar.
Kişi, nasıl olursa olsun işini ya da sanatını küçük görmemelidir. Eğer böyle
görürse işinin, sanatının gereğini yerine getirip para kazanamaz. Para
kazanamayınca da geçim darlığına düşer. Sonunda ona buna avuç açar, dilencilik
yapmaya başlar.
İş insanın
aynasıdır.
Bir kişi hakkında yargıya varmak, nasıl bir kişi olduğunu öğrenmek mi
istiyorsunuz? O hâlde onun yaptığı işe bakınız. Çünkü yaptığı o iş, onun ne
kadar sorumlu, bilgili ve yetenekli olduğunu açığa çıkarır.
İşleyen
demir ışıldar (pas tutmaz).
Durağan durumdan hareketli duruma geçmek ve çalışmak, insandaki hantallığı,
isteksizliği ve uyuşukluğu söküp atar; onu canlı, yetenekli ve verimli kılar.
Ruhen ve bedenen güçlendirdiği gibi, maddî yönden de kazançlı yapar.
İş
olacağına varır.
Her işin kendine has bir akışı ve sonucu vardır. Ne yapılırsa yapılsın, ne
tedbir alınırsa alınsın, o iş, ulaşacağı sonuca ulaşır. Bunu değiştirmek mümkün
değildir. Bu bakımdan işin istediğin biçimde sonuçlanmadı diye kaygılanıp
üzülme.
İşten
artmaz, dişten artar.
Kazanç ne kadar çok olursa olsun, tutumlu davranılmazsa para biriktirilemez.
Tasarruf, savurganlık yapmamak, tüketimi kısmakla mümkündür ancak.
İt
derisinden post olmaz.
Ahlâksız, bayağı ve değersiz kimseler bir göreve veya mevkiye gelip önemi
büyük, yüce bir amaç için hizmet yapamazlar.
İtin
(köpeğin) duası kabul olunsaydı gökten kemik yağardı.
Eğer art niyetli, aşağılık kişilerin istedikleri yerine gelseydi, onlar mutlu
olurken dünya kötülüklerle dolar; iyilere de barınacak yer bulunamazdı. Şükür
ki bunların dilekleri yerine gelmemektedir.
İt itin ayağına (kuyruğuna)
basmaz.
Hilebaz, ahlâksız, başkalarına kötülük etmeyi kural hâline getiren insanlar
birbirlerini gayet iyi tanırlar. Bu yüzden birbirlerini anlayışla karşılar,
birbirlerine rahatsızlık verip kötülük etmekten mümkün olduğunca kaçınırlar.
İtle çuvala girilmez.
Bilgisiz, düzenbaz, bayağı, taşkın kimselerden uzak dur. Onlarla iş yapmak,
yakın ilişki kurmak, tartışmaya girmek, hatta kavga bile etmek sakıncalıdır.
İtle yatan bitle kalkar.
Bk. "Körle yatan şaşı kalkar."
İt ürür, kervan yürür.
Gerçekleşmesi doğal olan işlere, durumlara karşı çıkılsa da engellenemez. Bu
bakımdan kötü niyetli kimselerin sözlerine ve davranışlarına aldırış etmeden,
doğru bilinen yolda ilerlemeye devam edilir.
İyi dost kara günde belli
olur.
Bk. "Dost kara günde belli olur."
İyi evlât babayı vezir,
kötüsü rezil eder.
İstenilen ve beğenilen nitelikleri taşıyan, yararlı olup iyilik sunan evlâtlar
baba ve anne için övünç kaynağı; kötülük yapan, sağlıksız, yararsız ve şerefsiz
insanlar da utanç kaynağı olurlar.
İyiliğe iyilik her kişinin
kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı.
İyilik yapan bir kişiye iyilik yapmak kolaydır. Doğal olan bu tavrı hemen
herkes gösterebilir. Önemli olan kötülüğü dokunan birine iyilik edebilmektir
ki, bunu herkes yapamaz. Bunu ancak mert, faziletli ve olgun kimseler
başarabilir.
İyilik eden iyilik bulur.
Bir karşılık beklemeden yardım yapan, kayıran, yardımcı olan, yararlı işlerde
bulunan kimse, hemen herkes tarafından sevilir. Günü geldiğinde iyilik
görenler, bunun karşılığını ona iyilik yaparak öderler.
İyilik et, denize at, balık
bilmezse Hâlik bilir.
Yaptığın iyiliklerden karşılık bekleme; yaptığın iyilik boşa çıksa da kıymeti
bilinmese de sen iyilik yapmaya devam et. Bunu Yüce Allah görür. Bu
davranışından ötürü seni bu dünyada olmasa bile öbür dünyada mutlaka
ödüllendirir. Hem
de kat kat fazlasıyla.
İyilik (muhabbet) iki
baştan.
Gerek iş, gerek evlilik, gerekse herhangi bir konuda iki kişi arasında
kurulacak sağlıklı bir ilişkide yalnız birinin iyi davranış göstermesi yeterli
değildir. Ötekinin de iyi davranış sergilemesi zorunludur. Tek taraflı iyilik
bir yere kadardır.
İyi olacak hastanın hekim
ayağına gelir.
Eğer Yüce Allah, kötü durumda olan birinin düzelip iyi olmasını murat etmişse,
türlü sebepler yaratarak ona hiç ummadığı yerlerden yardım gönderir. Onun
rahata kavuşmasını sağlar.
Kaçan balık büyük olur: Çok önemsiz, çok
küçük de olsa, her nedense elden kaçırılan fırsat ah vah edilerek gözde
büyütülür.
Kaçanın
anası ağlamamış: Karşı koyamayacağı bir tehlikeden ve saldırıdan kaçan kişi
kazançlı çıkar. Ayrıca yakınlarının üzülmesine yol açacak bir olaya da fırsat
vermemiş olur.
Kalaylı
bakır küflenmez: Saf, temiz, dürüst ve namuslu kimseye kimse kara çalamaz;
onun şahsiyetine kimse leke süremez.
Kalıp
kıyafetle adam, adam olmaz: Ne kadar güçlü, gösterişli, sağlıklı bir
vücuda sahip olursa olsun; bu vücudu ne kadar iyi, güzel ve çekici giyim, kuşamla
donatırsa donatsın, bütün bunlar kişiyi değerli kılmaz. Kişiyi değerli kılan
güzel ahlâkı, becerisi, üretkenliği, bilgisi ve çalışkanlığıdır.
Kalp
kalbe karşıdır: Sevgi karşılıklıdır. Birinin hissettiğini diğeri de
hisseder, birinin düşündüğünü diğeri de düşünür. Zevk, alışkanlık, arzu ve
isteklerde de birlik mevcuttur.
Kanaat
gibi devlet olmaz: Elindekinden hoşnut olan, onu yeter bulan, fazlasını
istemeyen, ihtiras beslemeyen kişi kolay doyuma ulaşır ve mutlu olur. Bundan
ötürü de kolay kolay yokluk çekmez, sıkıntıya düşmez.
Kanatsız
kuş uçmaz (olmaz): Gerekli şartları sağlanmayan, araç ve gereci temin
edilmeyen, kimi dayanaklardan yoksun bırakılan iş ya da insandan başarı
beklenemez.
Kanı kanla yumazlar, kanı su ile yurlar: Bir kötülük, kötülük yapılarak
düzeltilemez; hatta böyle bir karşılıkta bulunmak işi daha da vahim hâle sokar,
içinden çıkılmaz yapar. Kötülük ancak iyilik yapılarak ortadan kaldırılabilir.
Kara
haber tez duyulur: Ölüm veya felâket haberi, kötü haber çabuk duyulur; ağızdan
ağıza geçerek hızla yayılır.
Karaya sabun, deliye öğüt neylesin: Esası, özü bozuk olan şeyi düzeltmek hemen hemen
imkânsızdır. İnsanlar için de durum aynıdır. Kimi akılsız, anlayışsız, yoldan
çıkmış kimseleri de doğru yola getirmek mümkün değildir.
Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş: Kardeşler ne kadar geçimsiz, anlaşmaz, kavgalı, dargın
olurlarsa olsunlar yine de kötü bir durumda birbirlerine yardım ederler. Çünkü
onları birbirine bağlayan bir kan bağı vardır ortada.
Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yine
kucaklamış: Bk. "Kardeş, kardeşi
atmış, yar başında tutmuş."
Karga, kekliği taklit edeyim demiş; kendi
yürüyüşünü şaşırmış: İnsanlar
yetiştikleri çevrenin eğitimini alırlar. Bu bakımdan görgüleri, beceri ve
bilgileri, davranışları, yol ve yöntemleri birbirinden farklıdır. Buna rağmen
kimi kişiler özenti hastalığına yakalanırlar ve onu bunu taklit etmeye
başlarlar. Ancak bunu beceremezler, bunu beceremedikleri gibi tabiî
davranışlarını da yitirir, gülünç duruma düşerler.
Karga yavrusuna bakmış, "benim ak-pak
evlâdım" demiş: Yaptığı iş ne kadar
kusurlu, çocuğu ne kadar çirkin olursa olsun, kişiye bunlar iyi ve güzel
görünür. Başkalarının bu konuda ne diyeceği o kadar önemli değildir.
Kartala bir ok değmiş, o da kendi
yeleğinden: Kişi, hayatta karşılaşacağı
en büyük kötülüğü çoklukla en yakınlarından görür.
Kâr, zararın kardeşidir (ortağıdır): Ticarette
sadece kâr etmek düşünülemez, zarar da edilebilir. Ticarete atılan kimse bunu
göze almalı, alış verişe öyle girmelidir.
Katıra "baban kim?" demişler, "dayım attır" demiş: Kişi kusurlu yanının açığa çıkmasını istemez, bunu
gizlemeye çalışır. Sadece iyi yanıyla görünmeye ve övünmeye gayret eder.
Kaynayan kazan kapak tutmaz: İçin için gelişen olaylar veya duygular bir yerde patlak
verir, önüne geçilemez, kolay kolay yatıştırılamaz.
Kaza geliyorum demez: Can veya mal kaybına sebep olan kötü olayın ne zaman
olacağını kestirmek mümkün değildir. Bu bakımdan önceden kimi tedbir alınmalı,
ansızın ortaya çıkacak kazaya karşı hazırlık yapılmalıdır.
Kazanmayanın kazanı kaynamaz: Yiyip içmek, geçimini temin etmek isteyen insan çalışıp
kazanç sağlamak zorundadır. Kazancı olmayan insanın geçinmesi mümkün değildir.
Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez: Büyük çıkarlar beklenen yer için küçük fedakârlıklar
yapılmalı, kimi sıkıntılara girilmeli ve bundan kaçınılmamalıdır.
Kazma elin kuyusunu, kazarlar kuyunu: Sen başkasına kötülük yaparsan, o da sana kötülük
yapacaktır. Her şeyin bir karşılığı vardır. Unutma ki, her ne edersen onun
karşılığını alırsın.
Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde: Kötü bir duruma düşmüş, büyük zarara uğramış kimi kimseler
acı içinde kıvranırken, kimileri de küçük yararlarını düşünürler ve hiç
umursamadan bu durumdan istifade etmeye çalışırlar.
Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar: Küçükler daima büyüklerini taklit ederler, örnek alırlar.
Anne, baba ne yaparsa çocuk da onu yapar; hangi yola giderse çocuk da o yola
gider.
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur: Açgözlü, gözü doymaz, hırslı insanlar küçük bir çıkar için
bütün varlığını tehlikeye atar.
Kedinin boynuna ciğer
asılmaz: Kendisine
güvenilmeyecek birine bir şey bırakmak, emanet etmek doğru değildir. Yoksa o
şey ya zarar görür, ya da yok olur.
Kedi
uzanamadığı (yetişemediği) ciğere pis (murdar) der: Kimileri, çok istedikleri hâlde elde
edemedikleri şeyi hor göstermeye kalkışırlar; beğenmiyor görünürler. Böyle
davranmakla asıl yapmak istedikleri şey, kendi çaresizliklerinin ortaya koyduğu
açığı kapatmaya çalışmaktır.
Kele, köseden
yardım gelmez: Yardıma muhtaç olan kişi, ihtiyaç duyduğu şey konusunda kendi
dururken başkasına yardım edemez. Kendi derdine çare bulamamış, kendi işini
halledememiş ki, başkasına nasıl yardım etsin?
Kelin ilâcı
olsa başına sürer: Bk. "Kele, köseden yardım gelmez."
Kel ölür sırma
saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur: Önce değersiz bulunan, beğenilmeyen bir
kimse, küçük bir şey veya bir fırsat elimizden çıkıp yok olunca birden kıymet
kazanır; çok önemli ve iyi gibi görülür.
Kem göz, kalp
akçe sahibinindir: Kötü sözü kimse kabul etmediği gibi, sahte parayı da kimse kabul
etmez. Kötü söz söyleyenin, geçmeyen para da onu kullananındır.
Kendi düşen
ağlamaz: Girdiği
bir işte kendi zararına kendi sebep olan bir kimsenin yakınmaya hakkı yoktur.
Çünkü bildiğini okumuş, istediği gibi davranmış, kimseyi dinlememiştir. O hâlde
kötü sonuca da katlanmalıdır.
Kesilen baş
yerine konmaz: Bir iş yapıldıktan sonra eski durumuna getirilemez. Bu bakımdan
bir işe girişmeden, bir davranışta bulunmadan önce, işin nasıl sonuçlanıp
sonuçlanmayacağını iyi hesapla; pişman olup olmayacağını iyi düşün taşın ve
ondan sonra harekete geçip geçmeme konusunda karar ver.
Keskin sirke
küpüne (kabına) zarar verir: Öfkeli, sert, sinirli kimsenin zararı
kendisinedir. Kendini yıprattığı, sağlığına zarar verdiği, toplum içinde
saygınlığını yitirdiği gibi işlerini de bozup alt üst eder.
Kılavuzu karga
olanın burnu boktan kurtulmaz: Kişi öncelikle kime danışacağını, kimin
peşinden gideceğini iyi bilmelidir. Çünkü seçtiği kişi kötü, işe yaramaz biri olabilir
ve onun başını belâya sokabilir.
Kılıç kınını
kesmez: Ne
kadar sert ve öfkeli olursa olsun hiçbir kişi yanındakilere, yakınlarına zarar
vermez.
Kır atın
yanında duran ya huyundan ya suyundan: Kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan
etkilenir; onun alışkanlıklarına, düşüncelerine eğilim duyar; huyunu, gidişini
kapar.
Kırkından sonra
azanı teneşir paklar.
Yaşlandıktan
sonra yaşına uymayan davranışlarda bulunan, ahlâksız bir yola sapan, kötü
işlere bulaşan insanları doğru yola getirmek çok zordur. Bu gibi kimselerin
sonu da iyi değildir.
Kırk yıllık
Kâni, olur mu Yani: İyi alışkanlıklar edinmiş ve bunu uzun yıllar sürdürmüş kişi,
kolay kolay bu yapısından vazgeçip de kötülük edemez.
Kısmetinde ne
varsa kaşığına o çıkar: Kişi ne kadar çalışırsa çalışsın, çabalarsa çabalasın alın
yazısındaki şeye ulaşır. Yüce Allah, ona ne nasip etmişse ancak ona kavuşur; bu
az da olur, çok da.
Kızı gönlüne
(keyfine) bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya: Evlenme çağındaki kızı büyükleri
uyarmazlarsa uygun olmayan birisiyle evlenir. Çünkü yaşı gereği hem tecrübesiz,
hem de eğlenceye düşkün olur ve ileriyi göremez. Bu bakımdan anne baba
tarafından denetlenmeli, uyarılmalıdır.
Kızını
dövmeyen, dizini döver: Kızını, çocuğunu daha küçük yaşta eğitme yoluna gitmeyen,
terbiye kurallarını öğretmeyen, gerekirse dövmeyen ileride çok pişman olur;
ancak iş işten geçmiştir.
Kimi köprü
bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye: Hayat sıkıntılarla, çelişkilerle doludur.
Buna bir de insanların nasipleri arasındaki tutarsızlıklar eklenince hayat daha
da çekilmez olur. Kimileri bolca bulurken, kimileri hiç bulamaz. Bu da toplumu
kargaşaya sürükler. Gerekli olan şey dengeyi sağlamaktır.
Kiminin parası,
kiminin duası: Öyle işler vardır ki, kiminden para, kiminden de dua alınarak yürütülür.
Bu dünyada para kadar dua da önemlidir. Canı gönülden yapılan duanın önemi
büyüktür.
Kimse ayranım
(yoğurdum) ekşi demez: Herkes sattığı malı; kendi işini, tutumunu ve davranışını
över. Kendine yönelik eleştiriler yapılsa da aldırmaz, kusur kabul etmez, o
methe devam eder.
Kimseden
kimseye hayır yok (gelmez): İnsan, yapacağı işte başkasının yardımına
güvenirse, hayal kırıklığına uğrar. Bu bakımdan bir işe girerken kendine
dayanmalı, kendi gücüne güvenmelidir.
Kimsenin âhı
kimsede kalmaz: Güçlü bir kimsenin dine, yasaya veya vicdana aykırı olarak
başkasını uğrattığı kötü durum, kıyım, acımasızlık, haksızlık ve cefa asla
karşılıksız kalmaz. Zalimler, er veya geç zulme uğrayanların âhını, bedduasını
alırlar ve perişan olurlar.
Koça boynuzu
yük değil: 1) Kişiye kendisinin ve yakınlarının işini görmek ağır gelmez. 2)
Kişi, kendini savunacak araç-gerecini, güvenlik sistemlerini taşımaktan ve
kullanmaktan geri durmaz, bunlar ona yük değildir.
Komşu komşunun
külüne muhtaçtır: Hayat şartları insanları bir arada yaşamaya zorunlu kılmıştır. Bir
arada yaşama sosyal hayatı, sosyal hayat da karşılıklı olarak yardımlaşmayı
beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla insan her meselesini tek başına halledemez
olmuş, yakınındakine başvurmak zorunda kalmıştır. Bu bakımdan komşular
birbirlerine en küçük şey için bile muhtaçtırlar. Çünkü en önemsiz şeyin
yokluğu, büyük bir işin aksamasına yol açabilir.
Komşunun tavuğu
komşuya kaz görünür: Başka bir kimsenin malı, kişiye olduğundan daha değerli görünür.
Çünkü insan nefsi doymak bilmez, başkasının elindekine imrenir. Hele insanlar
birbirlerini çekemiyorlarsa birinin elindeki mal, diğerini sürekli rahatsız
eder.
Kork Allah'tan
korkmayandan: Allah korkusu, öte dünyaya inanan insanları pek çok kötülükten
uzak tutar. Çünkü yaptığı kötülüklerin cezasız kalmayacağını bilir ve kolay
kolay kötülük yapamaz. Ama insan yüreğinden Allah korkusunu söküp attı mı,
şeytanla baş başa kaldı demektir. Artık onun düşünemeyeceği kötülük yoktur, her
türlü fenalığı eline fırsat geçti mi kolaylıkla yapar. Bu bakımdan
böylelerinden çekinmek, uzak durmak, kendini korumak gereklidir.
Korku dağları
bekletir: 1) Korku varlığını her yerde duyurur. Yapacağı işe karşı verilecek
cezadan korkan kimse o işi yapmaktan çekinir. 2) Cezadan veya zulümden kaçan
dağlara kaçar, gizlenir, zor da olsa orada yaşamaya çalışır.
Korkulu rüya
(düş) görmektense uyanık yatmak yeğdir (hayırlıdır): Tehlikeli bir işe girişmektense o işin
sağlayacağı kazançtan vazgeçmek daha iyidir. Çünkü sonu pek iyi görülmeyen, her
gün ha battım ha batacağım korkusu veren işten insana pek hayır gelmez.
Korkunun ecele
faydası yoktur: Kişi korkmakla kendisine gelecek bir kötülüğü önleyemez. Bu
sebeple korkuyu sürdürmek yerine gelecek tehlikelere karşı önlem alma yoluna
gitmek gereklidir. Çünkü gelecek olan gelecek, olacak olan olacaktır. Üzüntü,
korku ise bunu
önleyemeyecektir.
Koyunun
bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler: İstenilen nitelikteki şey bulunamayınca
onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur. Çünkü bir ihtiyaca, kalitesi
düşük de olsa cevap verecektir.
Köpeğe gem
vurma kendisini at sanır: Hiçbir değeri olmadığı hâlde kendisine değer verilen, lâyık
olmadığı hâlde bir makama getirilen kişi, kendisini gerçekten kıymetli sanıp
buna da inanmaya başlar.
Köpek ekmek
veren kapıyı tanır: Şurası unutulmamalıdır ki, köpek bile kendisini besleyen yeri
bilir; o yerin insanına karşı bunu iyi davranışlarıyla belli eder. O hâlde
insan bunu görmeli ve bunun çok ötesinde olmalıdır. Kendisine iyilik eden,
yardımcı olan kimselere karşı gerekli saygıyı göstermeli, nankörlük etmemeli ve
kendisine uzanan şefkatli elleri unutmamalıdır.
Köpek sahibini
ısırmaz: Köpek
bile kendisini besleyen, kendisini koruyan sahibine saygılı davranır. Peki,
kişi ne kadar kötü olursa olsun iyilik gördüğü, geçimini sağladığı yere nasıl
kötülük edecektir? O da nankörce davranıp zarar veremez.
Köpeksiz sürüye
(köye) kurt dalar (iner): Koruyucusuz kalan yere veya ülkeye düşman girer, saldırır,
ne var ne yok hepsini talan eder. Eğer elinizdeki yeri ya da ülkeyi iyi koruyup
gözetirseniz, düşman sizden uzak durur ve kötü sonlarla karşılaşmazsınız.
Köprüyü
geçinceye kadar ayıya dayı derler: Kişi işini gördürünceye kadar yardım
beklediği kimseye dil döker, onu över, ne kadar kötü de olsa onu göklere
çıkarır. Ancak işini gördürdükten sonra bu tavrı birdenbire değişir.
Karşısındaki kimse, sanki o övdüğü kimse değildir. Kuşkusuz bu tavır iki yüzlü
kimselerin tavrıdır ki namuslu insanlar bundan uzaktırlar.
Körler
memleketinde şaşılar padişah olur: Bilgisiz, anlayışsız, beceriksiz
insanların bulunduğu bir yerde, çok az bilgi, anlayış ve becerisi bulunan
kişiler başa geçip yönetimi ele alırlar.
Körle yatan
şaşı kalkar (İtle yatan bitle kalkar): Değersiz, kötü, ahlâksız kişilerle ilişki
kurup arkadaşlık yapanlar ister istemez onlardan etkilenir ve kötü huylar
kaparlar. Çünkü insanı en çok etkileyen yakınında bulunduğu insanlardır.
Kötü komşu
insanı (adamı) hacet sahibi eder: İnsanlar en çok birbirlerine yakın olan
insanlarla yardımlaşırlar. İnsanın yardımlaşacağı insanlardan biri de
komşusudur. Eğer komşu kötü huylu biri ise, kendisinden emanet olarak istenen
bir şeyi vermez. Emanet isteyen de geri çevrildiği için ihtiyaç duyduğu şeyi
satın almak zorunda kalır. Böylelikle o kötü komşu, insanı bir alet-eşya sahibi
yapmış olur.
Kötülük her
kişinin kârı, iyilik er kişinin kârı: Bk. "İyiliğe iyilik her kişinin
kârı..."
Kötü söyleme
eşine, ağu katar aşına: Yakın ilişkide bulunduğun kimselere (aile fertleri, komşu,
arkadaş, mesai arkadaşları vs.) iyi davran, onları incitip kırma. Eğer böyle
yaparsan onlar da senin hakkında hiç iyi düşünmezler, sana daha büyük kötülük
yapma yoluna giderler.
Kul azmayınca Hak
yazmaz: Kişinin
başına gelen felâketler hep onun azgınlığı, sapkınlığı yüzündendir. Çünkü Yüce
Allah hiçbir kuluna zulüm yapmaz. Doğru yolda giden toplumlar selâmete
ermişler, sapanlar ise felâketlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Kul hatasız
(kusursuz) olmaz: Bk. "Hatasız kul olmaz."
Kul
sıkışmayınca Hızır yetişmez: Sıkıntıda olan, dara düşen ve kendisine
inanan insanları Yüce Allah darda koymaz. Onlara en sıkışık anlarında yardım
eder, yeter ki o kullar kötü yola sapmadan sabrederek yollarına devam etsinler.
Kurda,
"Neden boynun (ensen) kalın?" demişler; "İşimi kendim görürüm de
ondan" demiş: Kendi işini kendisi gören, başkasına bırakıp yaptırmayan kişinin
içi rahattır; çünkü işin bütün yükü ve sorumluluğu ona aittir. Dolayısıyla hiç
kaygılanıp üzülmez de, keyfine bakar.
Kurt dumanlı
havayı sever: Kötü niyetli kimseler ortalıktaki karışıklıklardan yararlanma
yoluna giderler. Çünkü o anda dikkatler dağılmıştır, kimin ne yaptığı belli
değildir. Dolayısıyla kendilerine engel olacak kimselerin bulunmadığı bu ortamı
sever ve bu ortamın oluşmasını istekle beklerler.
Kurt kocayınca
köpeklere maskara olur: Güçlü, kuvvetli bir kurt ile köpekler kolay kolay başa
çıkamazlar, ondan çekinip korkarlar. Bunun gibi her bakımdan güçlü, kuvvetli
iken herkesi korkutan, tedirgin eden, yıldıran kişi, bu gücünü-kuvvetini
kaybettikten sonra onun bunun, aşağılık kimselerin eğlencesi ve oyuncağı hâline
gelir.
Kurt tüyünü
(köyünü) değiştirir, huyunu değiştirmez: Kötü, zalim kimseler kılık-kıyafetlerini,
oturdukları ev ve yerlerini değiştirseler de huylarını değiştirmezler; onların
bu kötü yapıları devam edip gider.
Kuru lâf karın
doyurmaz: Anlamsız, yersiz, boş sözlerle bir iş yapılamaz. Bir işten olumlu
sonuç alınmak isteniyorsa, o konuda eylemde bulunmak, yararı dokunan davranışlar
göstermek gereklidir.
Kurunun yanında
yaş da yanar: Bir düzeni kurmak, huzuru sağlamak için girişilen bir eylem
sırasında suç işlemiş kötülerin yanı sıra, suçsuzların da cezalandırıldığı ve
zarara uğratıldığı görülür.
Kusursuz dost
arayan dostsuz kalır: Eksiksiz, noksansız kişi olmaz, hiç kimse mükemmel değildir. Bu
sebeple kusursuz dost aramak boşunadır. Arayan da dostsuz kalır. Dost bulmak
istiyorsak, insanları kusurları ile kabullenip sevmeliyiz.
Kuzguna yavrusu
güzel (anka) görünür: Bak. "Karga yavrusuna bakmış..."
Küçük suda
büyük balık olmaz: 1) Yetenekli, büyük kişiler küçük çevrelerde yetişse bile barınıp
kalamaz. Bu kişiler kendilerini besleyecek, barındıracak ve olgunlaştıracak
daha büyük çevrelere, kültür ortamlarına ihtiyaç duyarlar. 2) Küçük kazançlar,
küçük ortamlarda; büyük kazançlar da büyük ortamlarda elde edilir. Sınırlı,
küçük bir ortamda yapılan işten bol kazanç sağlanamaz.
Kürkçünün kürkü
olmaz, börkçünün börkü: Başkalarının ihtiyaçlarını karşılayan bir meslek dalında
çalışıp çabalayan kişi, kendi ihtiyaçlarını ha bugün, ha yarın diyerek ihmal
eder ve savsaklar.
L
Lâfla peynir gemisi
yürümez: Yalnız konuşarak, yaparım ederim diyerek bir yere
varılmaz ve hiçbir iş gerçekleştirilemez. Atıp tutmaktan ziyade harekete geçip
uygulamak ve çalışmak lâzımdır.
Lâf torbaya girmez: Ağızdan söz bir kez çıktı mı artık onu
gizlemek mümkün değildir. Çünkü onu herkesin duyması kaçınılmazdır. Bu sebeple
söz ağızdan çıkmadan önce iyice düşünmeli, nereye varıp varmayacağı
hesaplanmalı ondan sonra sarf edilmelidir.
Lâtife lâtif gerek: Şaka yaparken bile kaba, kırıcı olmamak,
incelikten ayrılmamak gerektir.
Leyleğin ömrü laklakla geçer: Aylak,
işsiz-güçsüz, bir iş yapmak istemeyen kişi zamanını boş ve anlamsız
konuşmalarla geçirir. Çene çalmaktan başka bir işe yaramayan bu kimselerle bir
arada bulunarak zaman harcamaktan kaçınmak bir zorunluluktur.
Lodosun gözü yaşlı olur: Güneyden veya güney batıdan esen rüzgâr,
ardından çoğunlukla yağış getirir.
Lokma çiğnenmeden yutulmaz: Her iş bir emekle yapılır. Emek, çaba ve
diğer yardımcı güçleri sarf etmeden bir şey elde edilemez. Alın teri dökülmeden
kazanılan şeyden hayır gelmez. Nasıl ki çiğnemeden yuttuğumuz şey midemize
zarar veriyorsa, emek vermeden elde ettiğimiz şey de bize zarar verir; çünkü
helâl değil, haramdır. O hâlde bir şey elde etmek istiyorsak çalışmak, alın
teri dökmek ve emek vermek zorundayız.
M
Mahkeme kadıya mülk
değil: Hiçbir
kimse, hizmet için bulunduğu kamuya ait bir makam ya da mevkide ömrünün sonuna
kadar kalamaz. Ayrıca o yeri kendi malı ve mülküymüş gibi de kullanamaz. Gün
gelir, onu o yere getirenler onu oradan alır, yerine bir başkasını getirebilirler.
Bu sebeple geçici de olsa devlete ait olan yerleri işgal edenler, o yerlerde
yetkilerini yanlış yolda kullanmamalıdırlar.
Mal bulunur,
can bulunmaz: Mal ve mülk kazanmakla elde edilir. Bugün kaybeden, yarın gayretli
çalışması sonucu yine bulabilir. Ama can öyle mi ya? Canını kaybeden onu bir
daha elde edemez. Bu bakımdan insan canının kıymetini bilmeli, onu tehlikeye
atmamalı. Unutmamalıdır ki, ancak sağlığı yerinde olan insan mal kazanabilir.
Mal canın
yongasıdır: İnsan, malına gelen zarardan, canına gelmişçesine acı duyar. Çünkü
onu kazanırken çok uğraşmış, canını dişine takmış, didinip durmuş ve mal sanki
onun bir organı gibi olmuştur.
Mart kapıdan
baktırır, kazma-kürek yaktırır: Mart ayı şiddetli soğukların olduğu bir
aydır. Zaman zaman güneş görünse ve havalar ısınıyor gibi olsa da soğuklar
şiddetini azaltmaz. Çoklukla bugünlerde yakacak tükenir, insanlar zor durumda
kalırlar, evde bulunan kazma-kürek saplarını bile yakmak zorunda kalırlar.
Mart`ta yağmaz,
Nisan`da dinmezse sabanlar altın olur: Mart ayı oldukça soğuk bir aydır. Bu ayda
yağmurun yağması ürün için iyi değildir. Nisan ise havaların ısınmaya başladığı
bir aydır. Bu ayda yağacak yağmur, hem de çok yağacak yağmur ürün için oldukça
faydalıdır, verimi artırır ve çiftçiyi son derece memnun eder.
Maşa varken
elini ateşe sokma: 1) Bir işten gelebilecek zarardan kendini koruyacak bir yol
vardır, o yolu tut. Kendini zarardan koruduğun gibi rahat da edersin. 2)
Yaptırabileceğin biri varken tehlikeli bir işe kendin girme.
Mayasız yoğurt
çalınmaz (tutmaz): Bir işin başarıyla yürütülebilmesi, bir işten verim alınabilmesi
için uygun bir ortama, gerekli araç-gerece, az da olsa bir sermayeye ihtiyaç
vardır.
Mazlumun âhı,
indirir şahı (yerde kalmaz): Bk. "Kimsenin âhı kimsede
kalmaz."
Merhametten
maraz doğar: Bir kimsenin karşılaştığı kötü durum karşısında üzüntü duyar ve o
kişiye yardımda bulunur, iyilik ederiz. Ne var ki, kimileri kendisine
gösterilen bu yakın ilgiyi kötüye kullanır ve başımızı derde sokar.
Mermer iyi
taştan, iyilik iki baştan: Bk. "İyilik iki baştan olur."
Mescide gerek
olan meyhaneye haramdır: Her özellikli şeyin gerekli olduğu bir yer vardır. Onun
dışında başka bir yerde kullanılamaz. Kullanılırsa son derece zararlı olur.
İçki Müslüman`a haramdır, dolayısıyla içemez ve bulunduramaz. Domuz eti
Hıristiyanların sofrasına konabilir ama Müslümanların sofrasına sokulamaz. Aksi
takdirde Müslümanlığın özüne zarar verilmiş olur.Meyveli ağacı taşlarlar.
Öyle sıradan
kimselerle pek uğraşan olmaz. Ama toplumda bir konum edinmiş, bilgili,
becerikli ve başarılı kimse kolayca hedef olur; hücumlara maruz kalır. Çünkü
onun toplumdaki konumu kimilerinin kıskançlık duygularının kabarmasına yol
açar.
Mızrak çuvala
sığmaz (girmez): Herkesin gözü önünde duran, apaçık bilinen gerçeklerin gizli
tutulması, örtbas edilerek yokmuş gibi gösterilmesi imkânsızdır.
Minareyi çalan
kılıfını hazırlar: Kolay kolay saklanamayacak kadar büyük bir yolsuzluk yapan kimse,
sorumluluktan kurtulma yollarını iyiden iyiye düşünür ve ortaya çıkmasını
önleyecek tedbirleri önceden alır.
Mirî malı balık
kılçığıdır, yutulmaz: Devletin malını mülkünü kendisine mal etmek son derece zor ve
tehlikelidir. Böyle bir teşebbüste bulunsa da rahatça kullanamaz, günün birinde
er veya geç bunun hesabı kendisinden sorulur.
Misafir kısmeti
ile gelir: Geleneklerimiz ve dinimiz olan İslâm, yoldan gelene, yolcuya,
konuğa gerekli ilgiyi göstermeyi ve ikramda bulunmayı emreder. Bu bakımdan
evimizi konuğa açmalı, onu başımıza gelmiş bir külfet gibi görmemeliyiz. Eğer
dinimizin buyurduğu gibi davranırsak misafiri ağırlamakta güçlük çekmeyiz,
evimize bereket dolar. Çünkü ikram edene, sakınmadan verene, Yüce Allah
misliyle verir. Dolayısıyla misafir kısmetini de getirmiş olur.
Misafir on
kısmetle gelir; birini yer dokuzunu bırakır: Bk. "Misafir kısmeti ile gelir."
Misafir
umduğunu değil, bulduğunu yer: Bir yere konuk olan, ev sahibinin
kendisine özel olarak yapılmış çok güzel şeyler ikram edeceğini düşünebilir.
Ancak umduğuna kavuşamaz; çünkü ev sahibi, evde ne varsa onu ikram eder. Bu bakımdan
özel yiyeceklerle ağırlanacağını düşünmemelidir.
Misafir üç gün
misafirdir: Geleneğimiz bir yerde haddinden fazla kalınmasını ve ev sahibine
fazla sıkıntı verilmesini hoş görmez. Konuğun bir evde kalmasını üç günle
sınırlar. Üç günden fazlası ev sahibini sıkıntıya soktuğu gibi, misafiri de zor
durumda bırakır. Bu bakımdan, konuk, ev sahibinin durumunu anlamak ve üç günden
sonra o yerden ayrılıp ev sahibini rahatlatmalıdır. Unutulmamalı ki
suratlarının asılmasına sebep olduğumuz insanların yanına bir daha zor gideriz.
Muhabbet iki
baştan: Bk.
"İyilik iki baştan olur."
Mum dibine ışık
vermez: Konumu
ve yapısı gereği etrafına ışık saçan mum, kendi dibini aydınlatamaz. Güçlü
kişiler de uzaktakileri kollayıp kayırdıkları ve çokça yardım yaptıkları gibi
kendi yakınlarına o kadar fayda sağlayamazlar. Çünkü onlar her şeyden önce
çıkarlarını düşünen insanlar olmaktan uzaktırlar.
Mühür kimde ise
Süleyman odur: Hz. Süleyman`ın peygamber ve hükümdar olduğunu belirten bir mührü
vardı. Bu yetki gücünün işareti olarak görülmüş, burdan hareketle söze şu anlam
verilmiştir: Bir işte yetki kimde ise kuvvet ondadır, onun buyrukları geçer.
Mürüvvete
endaze olmaz: Yiğit, mert, iyiliksever, cömert olmanın ne ölçüsü, ne de sınırı
vardır. Kişi bu hasletlerini olabildiğince geniş ve sınırsız tutabilir; tuttuğu
oranda da kendini değerli, eşsiz bir insan yapar.
N
Namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz: Müslümanların günde beş kez
yapmaları dince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen beden
durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Yüce Allah`a edilen bir ibadettir namaz.
Buna salât da denir. Namaza çağrı işareti de ezandır. Namazı gerçekten kendine
bir görev bilmiş olanlar, onun vaktini dört gözle beklerler ve onun çağrı
işareti olan ezana da kulak verirler. Namaz ve ezan arasındaki bu ilişkiden
hareketle, atasözü şu anlamı vermek için söylenir: Kişi bir işin esasıyla
ilgileniyor ve ona karşı istek duyuyorsa, o şeyin ayrıntılarıyla da ilgilenir;
istemiyor ve ilgilenmiyorsa ayrıntılarıyla da uğraşmaz.
Ne doğrarsan
aşına, o çıkar kaşığına: Kişi, çalışma miktarına ve biçimine göre karşılık görür. Çok
ve iyi çalışan iyi, az ve kötü çalışan da kötü sonuçla karşılaşır. Elde edilen
verimin iyi veya kötü olmasında niyetin rolü de büyüktür.
Ne ekersen onu
biçersin: Nasıl
davranırsan öyle karşılık görürsün. Birine kötülük yapan ondan kötülük, iyilik
yapan da iyilik görür.
Ne karanlıkta
yat, ne kara düş gör:İleride zarara uğrayıp üzülmek istemiyorsan, karşına çıkabilecek
tehlikelere karşı şimdiden tedbir al. Bk. "Korkulu rüya görmekten..."
Ne oldum
dememeli, ne olacağım demeli:Kişi ummadığı bir duruma ulaşabilir, varlıklı ve başarılı
olabilir. Bu duruma ulaşan kimse çok şımarmamalı, sağında solunda bulunan
kimseleri küçük görmemeli, bu durumun sürüp gideceğini düşünmemelidir. Yarın
elinde olanı, bulunduğu konumu kaybedeceğini ve kötü duruma düşeceğini de
hesaba katmalıdır.
Nerde birlik,
orda dirlik: Hangi
yerde, toplumda duygu, düşünce ve inanç birliği varsa dirlik ve düzenlik de
oradadır. Orada insanlar mutlu, huzurlu, başarılı ve uyumlu bir hayat sürerler.
Nerde hareket,
orda bereket: Hareket
olan yerde bolluk olur. Çünkü orada devamlı iş, çalışma ve üretim vardır.
Üretimin olduğu yerde de yokluktan değil, bolluktan söz edilir ancak.
Ne verirsen
elinle, o gider seninle: Yaşadığı sürece yoksula, yetime, yolda kalmışa yardım eden,
onları doyurup giydiren ve gözeten kimse, bunların karşılığını öbür dünyada
alacaktır. Hatta Yüce Allah, ona kat kat fazlasıyla verecektir.
Ne yavuz
(azgın) ol asıl, ne yavaş (şaşkın, miskin) ol basıl: Sertlikten kaçın, ona buna saldırıp
kimseyi ezme, yoksa seni kötü biçimde cezalandırırlar. Çok sessiz, uyuşuk,
pısırık, korkak ve yumuşak da olma; yoksa seni hırpalayıp ezerler. İkisinin
ortası bir yol izle.
Nikâhta keramet
vardır: Nikâh
evlenenleri sevgi bağıyla bağlar. Daha önce tanışmadan evlenenler, evlendikten
sonra anlaşır ve birbirlerini severler. Bekâr durmaktansa evlenmek yeğdir.
Nisan yağmuru
altın araba, gümüş tekerlek: Bk. "Mart`ta yağmaz, Nisan`da dinmezse..."
Niyet hayır,
akıbet hayır (selâmet): Bir şeyin yapılması önceden iyi niyetle istenip
düşünülmüşse, o şeyin sonu hayırlı olur. Kötü niyetle yapılan işten hayır
gelmez.
Oduncunun gözü
omçada, dilencinin gözü çömçede: Kişiler iş, meslek ve durumlarına göre
kendilerine gerekli olan şeylerin peşine düşerler; onları elde etmeye
çalışırlar.
Olacakla
öleceğe çare bulunmaz: İnsanın kaderinde ne varsa o olur, bunu değiştirmek mümkün
değildir. Dünyada olup biten her şey Yüce Allah`ın kaza ve kaderine göre olur.
Dolayısıyla ölüm de insanın iradesinin dışındadır. Eceli gelen, günü dolan
ölür; bu mutlaka olacaktır, bunun önüne geçilemez.
Olan dört
bağlar, olmayan dert bağlar: Zengin, varlıklı kişi dilediği gibi yaşar;
istediği gibi yer, içer; giyinir, kuşanır; rahatına rahat katar. Ama yoksul
kişi değil rahatına bakmak, geçimini temin edemediği için içten içe üzülür; acı
çeker.
Olsa ile
bulsayı ekmişler, hiç bitmiş (yel ile yuf bitmiş).
İnsan başarılı
sonuca boş söz ve hayalle değil, çalışarak ulaşır ancak. Bu sebeple "bu iş
böyle, şu iş şöyle olsa, şu şartlar yerine gelse" gibi sözler sarf etmekle
insanın eline bir şey geçmez. İnsan bir şey kazanmak istiyorsa hareket etmeli,
çalışıp çabalamalıdır.
Ortak (kuma)
gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş: Bir erkeğin hanımları birbirleriyle
iyi-kötü anlaşabilirler, ama kardeşlerin hanımları birbirleriyle geçinemezler.
Osmanlı`nın
ayağı üzengide gerek: Bir devleti ayakta tutmak, yüzyıllar boyu yaşatmak, sınırları
genişletmek, dini yaymak o kadar kolay bir şey değildir. Ancak atalarımız bunu
becermişlerdir. Becerirken de sürekli hareket hâlinde olmuşlar, didinip
çalışmışlar, dur durak bilmemişler, bir yere bağlanıp kalmamışlardır. Onlar
bilirlerdi ki, hareketsiz kalan, tembelleşen, bir yere bağlanıp kalan (yani
ayağını üzengiden çeken) kişi, ne başarılı olabilir, ne de dirlik ve
düzenliğini sağlayabilirdi.
Otu çek, köküne
bak: Bir
kişinin kimliğini, nasıl birisi olup olmadığını öğrenmek için soyunu sopunu
bilmek ve tanımak gerekir.
Otuz iki dişten
çıkan, otuz iki mahalleye yayılır: Ağızdan çıkan söz, çok çabuk duyulur;
başkalarının diline düşer ve bir anda her tarafa yayılır.
Oturduğu ahır
sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü: Kimi kişiler bulundukları yer ve şarta
uymayan, ters düşen davranışlarda bulunur; kendilerini alay konusu ederler.
Oynamasını
bilmeyen gelin yerim dar demiş: Kimi beceriksiz, başarısız, kendisinden
bekleneni veremeyen kişiler bazı bahanelerin arkasına saklanarak açıklarını
kapatmaya çalışırlar.
Ö
Ödünç güle güle
gider, ağlaya ağlaya gelir: İleride geri alınmak şartıyla verilen
para, eşya ya da herhangi bir mal her iki tarafı da mutlu eder. Veren yardımcı
olduğu, alan da ihtiyacını gördüğü için sevinir. Ancak geri verme zamanı
gelince bu sevinç kaybolur. Çünkü çoklukla geri ödeme ya çok geç yapılır, ya da
ödünç olarak verilen şeyin yıprandığı görülür. Bu durum ödünç verenle, ödünç
alanın arasını açar; dostlukları bozup zedeler.
Öfkeyle kalkan,
zararla (ziyanla) oturur: Öfkesine kapılarak iş gören sonunda güç duruma düşer. Çünkü
öfkeli, kızgın, sinirli insan iyi düşünemez, olup biteni iyi göremez, sonucu
iyi hesaplayamaz. Bu yüzden de yanlış iş yapar.
Öküze boynuzu
yük değil: İnsan, kendi yakınlarının işleri ile kendi işlerini yük saymaz.
Her ne kadar külfetmiş gibi görünüyorlarsa da, aslında yaptığı işler kişinin
kendi yararınadır. Bk. "Koça boynuzu yük değil."
Ölenle
ölünmez: Her
canlının hayatı sona erer. Bu kaçınılmaz bir sondur ve doğal karşılanmalıdır.
Çünkü ölüme çare bulunmaz. Bu bakımdan yakınını kaybeden bir kimse, kendini
tüketircesine üzülmemeli, sakin olup dövünmeyi bırakmalıdır. Ne yaparsa yapsın,
ne kadar üzülürse üzülsün öleni geri getiremeyecektir.
Ölmüş eşek,
kurttan korkmaz: Bazı sebeplerden ötürü çok sıkıntı ve acı çeken, felâket üstüne
felâket görüp zarara uğrayan, kaybedecek bir şeyi kalmayan kimse, artık hiçbir
şeyden korkmaz; ne tehlikeye aldırır, ne de tehdide.
Ölüm kalım
(dirim) bizim için: İnsan yaşadığı gibi her an ölebilir de. Bu bakımdan öbür dünyayı
da hesaba katmalı, ona göre davranmalı, dinin buyruklarını yerine getirmeli, bu
dünyadaki işlerini de yarın öleceğini düşünerek bir yola koymalı insan.
Ölüm ile öç
alınmaz: Düşmanlarının
ölümünden sevinç duymak veya böyle bir duyguya kapılmak insana yakışmaz.
Önce can, sonra
canan: İnsanlar
bencil yaratıklardır. Can da kıymetlidir. Kaybedilmesi göze alınamaz. Bu
bakımdan büyük fedakârlık gerektirecek konularda önce kendilerini, sonra
sevdiklerini ve yakınlarını düşünür insanlar.
Önce düşün,
sonra söyle: Ağızdan çıkan sözü değiştirmek ya da geri almak çok zordur. Sarf
edilen bir söz insanı güç durumda bırakabilir, zarara sokup pişman edebilir. Bu
sebeple bir sözü sarf etmeden önce dikkatlice düşünmeli, ne getirip götüreceği
iyice tartılıp hesaplanmalıdır.
Öpülecek el
ısırılmaz: Saygı, sevgi, bağlılık gösterilecek ve teşekkür edilecek kimse
incitilmemeli; sert ve kaba davranışa muhatap kılınmamalıdır.
P
Padişahın bile
arkasından kılıç sallarlar: Kendisinden çekinilen kimselerin yüzüne karşı bir şey
diyemeyenler onu arkasından çekiştirirler, hakkında atıp tutarlar. Çünkü hasmı
karşısında değildir, arkasından konuşmak da kolaydır.
Papaz her gün
pilâv yemez: İnsanın
önüne her zaman aynı nitelikte elverişli bir imkân çıkmaz. Çünkü şart, zaman ve
imkânlar sürekli değil, değişkendirler.
Para ile imanın
kimde olduğu belli olmaz (bilinmez): İman her şeyden önce içsel, yani
kalbî bir olaydır. İnsanların imanlarını sözle dile getirmeleri mümkünse de,
bunu çıkar için yapıyor olabilirler. Dolayısıyla gerçekten kimin iman ettiğini
bilmemiz imkânsızdır. Para için de aynı şey söz konusudur. Kimse kolay kolay
parasının olduğunu söylemez, gizleme yoluna gider. Kimi cimri olan ve yoksul
bir hayat yaşayan insanların çok zengin, kimi cömert ve eli açık insanların da
parasız olduğu çok görülmüştür. Bu bakımdan para ile imanın kimde olduğu pek
bilinmez.
Paranın yüzü
sıcaktır: Para
çekicidir ve öyle kolayca geri çevrilemez. Çünkü paranın gücü, pek çok maddî
sorunu halleder. Bu sebeple insanlar parayı görünce gevşer, ona kavuşma isteği
duyar, kendisinden istenen işi de kolayca yapma eğilimi gösterir.
Para parayı
çeker: Elde
para bulunursa onunla yeni paralar kazanılır. Bilinen o ki, pek çok işte
sermaye şarttır. Sermayen ne kadar çoksa, o kadar büyük iş yapar ve o kadar da
çok kazanırsın.
Parayı veren
düdüğü çalar: Para
harcayan kimse istediğini elde edebilir. İş yapabilir, yaptırabilir; satın
alabilir, aldırabilir; hemen her istediği maddî şeye kavuşması mümkündür.
Perşembenin
gelişi çarşambadan bellidir: Bir iş, durum ya da olayın nasıl sonuçlanıp
sonuçlanmayacağı şimdiki gidişinden anlaşılıp belli olur.
Pilâv yiyen,
kaşığını yanında (belinde) taşır: Bir şeyden yararlanmak isteyen kişi,
bunun için gereken aracı eli altında bulundurmalıdır.
Pilâvdan
dönenin kaşığı kırılsın: Yararlı bir şeyi elde etmek isteyen insan sonuna kadar
uğraşıp didinmeli, direnmeli ve mücadele etmekten kaçınmamalıdır.
Püf demeye
dudak ister: Bir
şeyi yapmak için kuşkusuz bilgi, beceri ve araç oldukça önemlidir. Ancak
bunlardan da önemlisi o işi yapma isteği, gücü ve cesaretidir. Bunlar olmadan
işin başarıya ulaşması zorlaşır.
R
Ramazanda yalan
söyleyenin (oruç yiyenin) bayramda yüzü kara olur: Gerçeği yalanla kapatmak mümkün
değildir. Bu bakımdan kişi yalan söyleyerek işlerini uzun süre yürütemez.
Söylediğinin yalan olduğu, asıl meselenin mahiyeti çok geçmeden anlaşılır.
Gerçek ortaya çıkar; işte o zaman, yalan söyleyerek işlerini yürüten kimse de
utanır; kimsenin yüzüne bakamaz olur.
Rüşvet kapıdan
girince iman bacadan çıkar: Rüşvet, yaptırılmak istenilen bir işte kolaylık sağlanması
için bir kimseye mal ve para olarak sağlanan çıkardır. Dinimiz olan İslâm
rüşvet alıp vermeyi haram kılmış, haksız bir kazanç olarak görmüştür. Eğer
inananlardan biri, Yüce Allah'ın buyruğuna uymayıp bu yasağı çiğnerse, büyük
haksızlık etmiş olur; dolayısıyla imanını da kaybeder.
Rüzgâra tüküren
kendi yüzüne tükürür: İnsan kimle, ne ile mücadele edeceğini bilmelidir. Karşı
koyacağı şeyin gücü ne? Onunla ne kadar baş edebilir? Sonuç ne olabilir? Bütün
bunları iyice tartmalıdır. Eğer kişi gücünün üstünde bir güce saldırmaya,
onunla boy ölçüşmeye kalkışırsa, sonuç alamaz; sonuç alamadığı gibi zararlı da
çıkar, yıpranır.
Rüzgâr eken,
fırtına biçer: Kişi
bir kötülük yaparsa, yaptığı kötülüğün çok daha kötüsü ile karşılaşır; büyük
felâketlere uğrar, zarar görür.
Rüzgâr
esmeyince yaprak kıpırdamaz (dal oynamaz): Meydana gelen her olayın, her
durumun belli bir sebebi veya etkeni vardır.
Rüzgârın önüne
düşmeyen yorulur: Toplumun genel gidişatına, ilkelerine, değer yargılarına
karşı çıkan, uymayıp ters yönde hareket eden kişi pek çok engellerle
karşılaşır; yorulup yıpranır.
S
Sabah
ola, hayır ola (gele): Sabah
olsun, o vakte kadar işi belki düzelir. Çünkü gündüz geceden daha hayırlıdır.
Bk. "Akşamın hayrından sabahın şerri..."
Sabır acı ise de (acıdır) meyvesi
tatlıdır: Acı,
yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların
geçmesini bekleme erdemi gösteren ve direnen kişi, sonunda kârlı çıkar. Çünkü
Yüce Allah, sabredenlerle beraberdir; onları sabırları karşılığında mutlaka
mükâfatlandıracaktır.
Sabreden derviş, muradına ermiş: Hiç kimse amacına öyle birdenbire ve kolayca ulaşamaz.
İnsanın karşısına pek çok engel çıkabilir, uzun zaman beklemesi gerekebilir,
başına türlü hâller gelebilir; işte bütün bunlara sabreden, direnişini yılmadan
sürdüren kişi istediğine kovuşup ulaşabilir.
Sabreyle işine, hayır gelsin
başına: Bir iş yapmaya
giriştiğinde karşına çıkan zorluklar sebebiyle kızıp öfkeye kapılmaz, acele
edip gevşemez, azmini yitirmezsen başarı da, hayırlı sonuç da senin olur.
Sabrın sonu selâmettir: Olan veya olacak tüm zorluklara göğüs geren, telâş ve
öfkeye kapılmadan başına gelen felâketlerin geçmesini bekleyen, ses çıkarmadan
bunları aşma erdemi gösteren kimse, sonunda esenliğe erecektir.
Saçın ak mı kara mı, önüne düşünce
görürsün: Acele etme,
herhangi bir yargıya varma; sonucun ne olduğunu biraz sonra, iş bitince, kendi
gözlerinle görüp anlarsın.
Sadık dost akrabadan yeğdir: Dostluğu, bağlılığı gerçek ve içten olan dost, akrabadan
daha iyi ve hayırlıdır.
Sefa ile yenen cefa ile kazanılır: Kaygısız, sakin, zevk ve gönül rahatlığı içinde yenen para,
sıkıntı çekilerek ve alın teri dökülerek kazanılmıştır.
Sağ baş yastık istemez: Sağlığı yerinde olan bir insanın durup
dururken yattığı pek görülmez. Eğer yatmak istiyorsa, bilin ki o hastadır.
Sağ elinin
verdiğini sol elin görmesin: Birine yaptığın iyiliği gizli tut.
Herkesin gözü önünde yaparsan, yardım yaptığın kişiyi incitebilirsin. Onun da
bir onuru vardır, bil. Dinimiz olan İslâm da zekât ve sadakaların verilmesinde
bu gizliliğe uymayı emretmiştir. Aslolan kişinin kendini gösterip övdürmesi
değil, kendini göstermeden yardım yapıp yoksulu sevindirmesidir.
Sağır işitmez,
uydurur (yakıştırır): 1) İşitme duyusundan yoksun, işitmeyen kimse, yakınında
konuşulanları duymaz. Ama konuşulanlara bakarak değerlendirmeler yapar,
anladığını sanarak bir şeyler yakıştırıp karşılık verir. 2) Bir olayın içyüzünü
bilmeyen kimse, görünüşe göre bir sonuca varır; vardığı sonucu da doğru sanır.
Sağlık,
varlıktan yeğdir: Vücudun hasta olmaması, vücut esenliği her şeyden önemlidir. Çünkü
bir şeyin tadını alabilmek, bir şeyden gerektiği gibi yararlanabilmek için
sağlıklı olmak şarttır. Her şeyiniz var, ama ondan istifade edecek durumunuz
yok. Neye yarar?
Sahipsiz eve it
buyruk: Bk.
"Issız eve it buyruk."
Sakınılan göze
çöp batar: Üzerine çok düşülen şeyler daha çok kazaya ve zarara uğrar.
Olabileceği düşünülen kötü durumlara karşı önlem almak gereklidir, ancak orta
bir yol izlemeli, aşırılığa düşülmemelidir.
Sakla samanı,
gelir zamanı: Gereksiz görülen, işe yaramaz kabul edilen şey günün birinde,
ileride lâzım olabilir. Bu sebeple önemsiz gördüğümüz şeyleri bir kenara atıp
elden çıkarmamalı, onları saklamalıyız.
Sanat altın
bileziktir: Bir kenarda saklanan altın, günü gelince bozdurulup kullanılır.
Sanat da altın bilezik gibidir. Günü gelir gerekli olur. Bir sanata sahip
kimse, sanatını uygulama alanına sokarak ondan geçimi için kazanç sağlar,
yararlanır. Dolayısıyla sanat, altın gibi değerini hiçbir zaman kaybetmez.
Sana taşla
vurana, sen aşla vur (dokun): Sana sert, kaba, acımasız davranana, sen
yumuşak davran; o incitiyorsa, sen incitme; kötülük ediyorsa, sen iyilik et.
Sanatını ustadan öğrenmeyen (görmeyen) öğrenemez: Her işin, her sanatın kendine göre
birtakım incelikleri vardır. Çok çalışmak, kendi kendine çalışmakla bu
incelikler öğrenilemez. Bu incelikler, pek çok deneme yapmış ve tecrübe
kazanmış ustadan öğrenilir ancak. Çünkü usta denen kişi, kendinden öncekilerin
tecrübelerinden yararlanan, sanatını gereği gibi öğrenip işinin sırlarını bilen
kişidir.
Sana vereyim
bir öğüt: Kendin ununu kendin öğüt: Kişi, kendi işini kendisi yapmalıdır.
İşini başkasına bırakmazsa içi rahat eder, sıkıntıya düşmez. Hem işi kolay
yürür, hem de istediği gibi olur.
Sarımsağı gelin
etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış: İnsanlar kötü yanlarını kolay kolay belli
etmezler. Bunun için haklarında yargıda bulunmakta acele etmemek gerekir.
Sayılı gün tez geçer: Sayısı belli olan, bir işin yapılması için
önemli ve az görülen belirli zaman süresi çok çabuk geçer. Kişi işine öyle
dalar ki, bugünlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmaz.
Sayılı koyunu
kurt kapmaz: Birine teslim edeceğiniz bir şeyi eğer sayarak, ölçerek ya da
tartarak verirseniz, emanet alan kişi onu daha iyi korur; içinde bir kötülük
varsa bile, sayılı olduğunu bildiğinden ötürü bundan vaz geçer; dikkatli olur.
Sebepsiz kuş
bile uçmaz: 1) Dünyada her şeyin olmasına veya bir hâlde bulunmasına yol açan
bir sebep vardır. Bu sebepleri de yaratan Yüce Allah`tır. Sebeplerin sırrını da
gerçek anlamda yalnız O bilir. 2) Bir yardımcı, bir yol gösterici olmadan işler
başarıya ulaşmaz.
Sel gider kum
kalır (kişi ettiğini bulur): Geçici olanlara değil, kalıcı olanlara
önem vermek gereklidir. Hayatın akışı içinde yaşadığımız olayların,
bulunduğumuz yerlerin, ilişki kurduğumuz insanların bir aslî olanları, bir de
gelip geçici olanları vardır. İşte bizim için bu aslî olanlar, kalıcı
olanlardan daha önemlidir.
Sen ağa, ben
ağa; bu ineği kim sağa: Kişi, üzerine düşen işten kaçmayıp onu yapmalıdır. Herkes
işini bir kenara bırakıp keyfini düşünürse işler ortada kalır, bir sonuç
alınamadığı gibi iş düzeni de bozulur, karışıklık çıkar, tatsızlık başlar.
Sen işlersen
mal işler, insan öyle genişler: Mal-mülk edinmenin, para kazanmanın yolu
çalışmaktır. İnsan ne kadar çok çalışırsa, o kadar da çok kazanır; gittikçe de
zenginleşir, rahat bir hayata kavuşur.
Sen işten
korkma, iş senden korksun: Bir işi başarmada azim ve cesaret çok önemlidir. Eğer
girişeceğin işi gözünde büyütür, bunun altından kalkamam diye korkar, azmini
yitirirsen başarılı olamazsın. Korkma, cesaretle işin üstüne üstüne git, bak
nasıl iyi bir sonuç alacaksın.
Serçeden korkan
darı ekmez: Tehlikeleri gözünde büyüterek işe girişmekte çekingen davranan
kimse, amacına ulaşamaz. Unutulmamalıdır ki, her işin kendine göre zor bir yanı
vardır. Amacına kavuşmak isteyen de bunları göze almalıdır.
Sermayen bir
yumurta ise taşa çal: Sermaye, bir işin kurulup yürütülmesi için gerekli olan, önemi
büyük bir güven kaynağıdır. Eğer bu kaynak işe yaramayacak, seni yarı yolda
bırakacak kadar küçük ve önemsizse, o işten hemen vazgeçmelisin; ona bel
bağlayıp yola çıkarsan sonunda zarar görür, pişman olursun.
Sevda geçer
yalan olur, sonra sokar yılan olur: Tutku hâlini almış aşırı sevgi,
başlangıçta sevenleri birbirine bağlayan güçlü bir bağdır. Karşılıklı sevgi
bittiği anda bu bağ kopar; tutkuya dönüşmüş olan sevgi de kısa zaman sonra
yerini karşıtı olan nefrete bırakır, taraflara büyük zarar verici odak hâline
gelir.
Seyrek git sen
(sıkça varma) dostuna, kalksın ayak üstüne: Dostumuz da olsa, sık sık yanına giderek
kişiyi rahatsız etmek doğru değildir. Onu bezdirmemek, kendimizden soğutmamak,
gittiğimizde de yakın ilgi görmek ve lâyıkıyla ağırlanmak istiyorsak,
ziyaretlerimizi uzun zaman aralıklarıyla ve arada sırada yapalım.
Sıçan çıktığı
deliği bilir: Yasalara aykırı, yolsuz, gizli bir iş yapan kimse, kalkıştığı bu
eylemin doğuracağı sonuçları önceden enine boyuna hesaplar; yakayı ele
vermemek, yakalanmamak için gerekli önlemleri alır; nereye, ne zaman ve nasıl
kaçacağını bilir.
Sıçan geçer yol
olur: Küçük
ve basit de olsa, olumsuz ya da kötü bir işin yapılmasına izin verilmemelidir.
Eğer bir kez izin verilirse, sürekli yapılmaya başlar ve alışkanlık hâline
gelir. Bu giderek gelenekleşir ve pek çok kimse o zararlı yolu takip eder.
Sinek küçüktür
ama mide bulandırır: Önemsiz, küçük gibi görünse de, kötü ve olumsuz bir şey insan
üzerinde iyi bir etki bırakmaz.
Sinek
pekmezciyi tanır: Çıkarını kollayan, kendini düşünen, işinin ehli olan kimse, kimden
yararlanacağını iyi bilir.
Soğanın acısını
yiyen bilmez doğrayan bilir: Bir işteki güçlüğü, çekilen sıkıntıyı, o
işin içinde olanlar, o işi başarmaya çalışanlar bilir; işin sadece sonucundan
yararlananlar ise bundan habersizdirler.
Sona kalan dona
kalır: Bir
işin yapılmasında geç kalan, zamanını kullanamayan kimse istediği şeyi elde
edemez.
Son pişmanlık fayda vermez: İş işten geçtikten sonra pişman olmanın
bir yararı yoktur. Önemli olan bir zarara uğramadan önce, yapılacak işe iyi
düşünerek, tedbir alarak girmek ve kötü bir sonla karşılaşmamaya çalışmaktır.
Sonradan gelen
devlet, devlet değildir: Kişi yaşlandıktan sonra gelen zenginlik işe yaramaz. Çünkü
zengin, varlıklı olmanın tadı ancak gençlikte çıkarılır.
Soran
yanılmamış: İnsanoğlu her şeyi bilemez. Pek çok bilgiye sahip olan kimsenin
bile bilmediği pek çok şey vardır. Bu sebeple bir işe girişmeden önce,
yanılgıya düşmemek ve yanlışa sapmamak için o iş konusunda birilerine soru
sormak, onlardan bilgi almak son derece gereklidir.
Sora sora
Bağdat bulunur: İnsan sora sora bilmediği işleri ve çok uzak yerleri bile öğrenip
bulabilir.
Sorma kişinin
aslını, sohbetinden bellidir: Bir kişinin kim olduğunu, soyunu sopunu
öğrenmenin bir gereği yoktur. Onu tanımak, karakteri hakkında bilgi edinmek
istiyorsan konuşmasına, fikirlerine, inançlarına, hâl ve hareketlerine bak; bu
sana yeterli ipuçlarını verir.Söyleyenden dinleyen arif gerek: 1) Çok söz söylemek yerine çok dinlemek
daha iyidir. Çünkü öğrenmenin en önemli yollarından biri de dinlemektir. Ayrıca
çok konuşanın çok hata yaptığı da ortadadır. 2) Kimi konuşmacılar üstü kapalı,
sanatlı ve derin anlamlı konuşurlar. Bu durumda söylenenlerin anlaşılması,
dinleyenin bilgi ve anlayış yeteneğine bağlı kalır. Dinleyen, ne denmek
istendiğini çaba göstererek anlamalıdır.
Söz ağızdan
çıkar: Faziletli,
dürüst, ahlâklı ve mert kişi ağzından çıkan sözü bilir; ona bağlı kalır,
verdiği sözden dönmez ve onun gereğini yerine getirir.
Söz gümüşse,
sükût altındır: Konuşmak her ne kadar iyiyse de, susmak bazen konuşmaktan daha iyi
sonuç verir. Öyle ki, hiç ummadığı zamanda bile kişinin sarf ettiği sözler
başına iş açabilir; onu zor duruma sokabilir.
Sözünü bil,
pişir; ağzında der, devşir: Söyleyeceği sözün ne anlam taşıdığını, ne
gibi sonuçlara yol açacağını düşünmeli; derleyip toparlamalı, ondan sonra
söylemelidir insan. Eğer söz ağza geldiği gibi, bir tartıdan geçirilmeden
söylenirse insanın başına umulmadık dertler açabilir.
Söz var iş
bitirir, söz var baş yitirir: Sözün insan üzerindeki etkisi tartışılmaz.
İyi, güzel, akıllıca ve yerinde söylenmiş sözler çoklukla insanlar üzerinde
olumlu etkiler bırakır; inandırıcı, kabullendirici, yumuşatıcı bir rol
oynayarak rayından çıkmak üzere olan işleri bir düzene sokar. Bunun yanında,
kimi kırıcı, kaba, sert, düşünülmeden söylenmiş, ölçüsüz sözler de kimi
tepkilere yol açar; anlaşmazlıklara, kavgalara sebep olur; işler çıkmaza girer,
giderek büyür ve kimilerinin ölümüne bile sebep olur.
Su akarken
testiyi doldurmalı: İnsan eline geçen fırsatları değerlendirmeli, karşısına çıkan
imkânlardan yararlanmasını bilmeli, mümkün olduğunca mal-mülk edinmeli,
geleceğini güvence altına almalıdır. Çünkü her zaman uygun bir fırsat
yakalaması mümkün olmayacaktır.
Su bulanmayınca
durulmaz: Kimi iş, konu, olay ya da durumlar pek çok tartışma, çekişme ve
mücadeleden sonra aydınlığa kavuşur. Hemen herkes niyetini açığa vurur, fikrini
söyler, söylenmedik bir şey kalmaz, sonunda mesele çözülür ve iş yoluna girer.
Su bulununca
(görülünce) teyemmüm bozulur: Bir zorunluk dolayısıyla yapılmakta olan
bir işin, bu zorunluluk ortadan kalkınca gereği gibi yapılmak için yeni baştan
ele alınması gerekir. Bir başka deyişle, işimizde kullanacağımız asıl şey
elimize geçince, daha önce onun yerine koyduğumuz benzerinin bir hükmü ya da
değeri kalmaz.
Su küçüğün, söz (sofra) büyüğün: Öncelikle büyükler sayılmalı, küçükler de
korunmalıdır. Geleneklerimiz ve dinimiz, korunmada önceliği çocuğa vermiştir;
çünkü çocuk daha güçsüz ve dayanıksızdır. Saygıda ise önceliği büyüklere
vermiştir, çünkü çocuğun bütün ihtiyaçlarını karşılayan odur.
Su testisi su
yolunda kırılır: Bir kişi amaç edindiği işte veya ülküde, tuttuğu yolda çeşitli
engellerle karşılaşır; kazaya uğrar, zarar görür, hatta ölür de.
Su uyur, düşman
uyumaz: Kimi
akar sular vardır ki sanki akmıyormuş, durgunmuş gibi görünür. Buna asla
kanmamak gerekir. Çünkü durgun akan sular daha ziyade tehlikeli olanlardır,
asıl akış ve hareket diptedir. Düşman ise bundan daha tehlikelidir. Ona karşı
her zaman çok dikkatli ve uyanık davranmak gerekir. Çünkü ne zaman harekete
geçeceği, ne yapacağı belli olmaz. Unutulmamalıdır ki, düşman fırsat
düşkünüdür, fırsatı kollar.
Suyun yavaş
akanından, insanın yere bakanından kork: Bk. "Adamın yere bakanından..."
Sükût ikrardan
gelir: Susmak
kabul etmek demektir. Bir kişi, kendisine yapılan suçlamalara karşı itiraz
etmiyor, kendisine yapılan tekliflere ses çıkarmıyorsa, bu "evet, kabul
ettim" demek anlamına gelir.
Sürüden ayrılanı (ayrılan kuzuyu, koyunu) kurt kapar (yer): Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol
tutturanlar, herkesin yaptığını yapmayanlar, ya da arkadaşlarının yardımıyla
yapılan bir işten ayrılanlar büyük zarara uğrarlar.
Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer: Bir olaydan gerekli dersi alan, zarar
gören kimse, ona benzer bir işle karşılaştığında uyanık davranır; tedbirli
olur.
Ş
Şahin, sinek
avlamaz: Yüce
amaçlar peşinde koşan ve kendini ona lâyık gören kimseler küçük, önemsiz,
değersiz şeylerin ardına düşüp de vakit geçirmezler.
Şakanın sonu
kakadır: El
veya dil ile yapılan şakadan, eninde sonunda hoş olmayan bir durum veya kavga
çıkar.
Şap ile şeker
bir değil: Dış görünüşleri bakımından kimi nesne ve varlıklar birbirlerinin
aynı görünürler. Oysa özde ve nitelikte birbirlerinden çok farklıdırlar.
Şeriatın
kestiği parmak acımaz: Şeriat, Kur`an`daki ayetlerden, Hz. Peygamber`in
sözlerinden çıkarılan dinî temellere dayanan Müslümanlık kanunları, yani İslâm
hukukudur. Bu kanunların karşısında herkes eşittir, ayrımcılık yapılmaz.
Buradan yola çıkılarak ata sözü şu anlamda gelişmiştir: Kanunların uygun
gördüğü cezaya katlanılır; bu durumu, zarar gören kişi de saygıyla karşılar.
Şeytanın
dostluğu darağacına kadardır: Kimi insanlar vardır ki, tıpkı şeytan
gibidirler. Kurnaz, düzenbaz, alçak ve kötü niyetlidirler. Bunlar kimilerini
çıkarları için türlü yollara iterler, kandırıp yoldan çıkarırlar, tehlikeli
işlere bulaştırırlar. Bütün bunları yaparken kendisi ile beraber olduklarını
söylerler ama belâ ve felâketlerle karşılaştıklarında, ölümle burun buruna
geldiklerinde onu hemen terk ederler.
Şeytanla kabak
ekenin, kabak başına patlar: Kötü, alçak, düzenbaz, kurnaz biri ile
ortak bir işe girenin başına türlü felâketler gelir; oynadıkları oyundan en çok
zarar eden o olur.
Şimşek çakmadan
gök gürlemez: Kimi önemli olaylar meydana gelmeden, bir gürültü kopmadan önce
bazı belirtileri görülür.
Şöhret
afettir: Herkesçe
bilinme, tanınma ve bir üne kavuşma insanın lehineymiş gibi görünüyorsa da
aslında daha çok aleyhinedir. Şöyle ki: Kişi belki şöhreti sayesinde kimi maddî
imkânlara kavuşabilir ama kaybettikleri daha fazladır. Çok ünlenmek insanı
kibirli yapar, insana ne olduğunu unutturur, yavaş yavaş gerçek dostlarını
kaybeder. Herkesin dikkati üzerinde olduğu için doğal ve özgür bir şekilde
yaşayamaz, aşırı ilgiler onu sürekli rahatsız eder, dolaylı olarak kimi
istekler ve baskılarla karşılaşır, bütün bunlar onu sıkıntıya ve bunalıma
sürükler, huzuru kalmaz, sunî bir hayatın esiri olur.
T
Tan yeri ağarınca hırsızın gözü kararır: Doğru olmayan yollara başvurarak çıkar
sağlayan, gizli kapaklı işler çeviren kişi, bu kirli ve karanlık işleri
çevirmesine imkân sağlayan şartlar ortadan kalkınca şaşırır; ne yapacağını
bilemez olur, iş yapamaz hâle gelir.
Tarlanın iyisi
suya yakın, daha iyisi eve yakın: Ekilen tarla yeterince sulanırsa daha
fazla ürün verir. Eğer tarla suya yakınsa hem kolay, hem de çok sulanma imkânı
doğar. Bu durum da tarlayı değerli kılar. Bu tarla bir de eve yakınsa daha da
kıymetli olur. Çünkü bir yandan tarlaya olan ulaşım, bir yandan tarlanın
bakımı, bir yandan da tarlanın korunması kolaylaşmış olur.
Tarlada izi
olmayanın, harmanda yüzü olmaz: Emeksiz, çabasız verim düşünülemez. Tarlasını
gerektiği gibi sürmeyen, işleyip çapalamayan, gübresini zamanında vermeyen,
sulayıp yabancı otlardan temizlemeyen kişinin tarladan ürün beklemeye hakkı
yoktur.
Tarlaya saban,
sürüye çoban: Bir tarla iyi sürülür ve işlenirse istenen ürünü verir. Sabanın
girmediği tarla kısa bir süre sonra yozlaşıp çoraklaşır, ekilemez olur. Bunun
gibi bir sürüden de verim bekleniyorsa, onu iyi bir çobana teslim etmelidir.
Çünkü iyi bir çoban, sürünün nerede besleneceğini, bakımının nasıl yapılacağını
bilir.
Taşa çıkan
keçinin, ağaca çıkan oğlağı olur: Bk. "Ağaca çıkan keçinin, dala
bakan..."
Taş düştüğü yerde
ağırdır (Taş yerinde ağırdır): Herkes, her şey kendi çevresinde önem
taşır. Çünkü kişi bulunduğu yerde tanınmış, kendisine bir çevre edinmiş, hatırı
sayılır bir yere gelmiştir. Yabancısı olduğu bir yerde yeterince tanınmadığı
gibi kıymeti de bilinmez.
Taşıma (dökme)
su ile değirmen dönmez: Bir işin yapılmasında güç, emek ve sermaye çok önemlidir.
İşi yapacak olan bunlardan yoksunsa, başkalarının küçük katkılarıyla, derme
çatma yardımlarıyla sürekli ve büyük bir işi yürütemez.
Tatlı dil
yılanı deliğinden çıkarır: Sert ve kırıcı olmayan, yumuşak, hoşa giden, gönül alıcı,
okşayıcı, etkileyici, inandırıcı ve yerinde söylenmiş söz insanın hoşuna gider;
bu söz en azgın kişinin bile inadını kırar, onu yumuşatır ve yola getirir.
Tatlı
ye, tatlı söyle (konuş): Kırıcı, üzücü, incitici konuşmalardan sakın; güzel, hoşa
giden bir dil kullan; yerinde ve inandırıcı konuş ki karşındaki memnun olsun;
sen de sevil ve sayıl.
Tavşan dağa
küsmüş, dağın haberi olmamış: İstediği etkiyi yapmaktan çok uzak kalan
kişi küser, darılır; ne var ki; karşısındaki kişi, onun bu durumunu bilip
anlamaz.
Tayfanın
akıllısı, geminin dümeninden uzak durur: Kendini bilen, sorumluluk sahibi, akıllı
kişi altından kalkamayacağı, beceremeyeceği işlerin idaresinden uzak durmaya
çalışır. O bilir ki, bunun aksine bir hareket hem kendini, hem de başkalarını
zarara uğratır.
Tebdil-i
mekânda ferahlık vardır: Bulunduğu yeri veya çevreyi kimi zaman değiştirmek, daha
değişik yerleri görüp gezmek insanın sıkıntısını giderir; ona rahatlık,
ferahlık verir.
Tek kanatla kuş uçmaz: Kimi işler vardır ki, yardımcısız,
araç-gereçsiz yapılamaz. İşin iyi ve olumlu sonuç vermesi için bunlar mutlaka
gereklidir.
Tekkeyi bekleyen
çorbayı içer: Bir işin başarılmasında türlü sıkıntılara katlanıp sabretme, azim
ve gayret gösterme, uzun süre çalışıp emek verme son derece önemlidir. Bütün
bunları yerine getiren kişi, eninde sonunda bu davranışının yararını görür; bir
mükâfata mutlaka kavuşur.
Tembele iş
buyur, sana akıl öğretsin: İş görmeyi, çalışmayı sevmeyen; çaba göstermekten,
sıkıntıdan kaçan kimse, kendisinden bir konuda yardım istendiğinde, yardım
edeceği yerde çözüm yolları gösterir ve işten kaçmaya çalışır.
Terazi var, tartı
var; her şeyin bir vakti var: Hemen her şeyin, her işin bir ölçüsü ve
zamanı vardır. Eğer bunlara dikkat edilmezse işler yolunda gitmez, karışıklık
baş gösterir, hayat alt-üst olur, düzen gerektiği gibi kurulamaz.
Tereciye tere
satılmaz: Birine çok iyi bildiği bir şey öğretilemez, bir konuda bilgi
verilemez. Böyle bir şeye kalkışan ya da çalışan kendisini gülünç duruma sokar.
Terzi kendi söküğünü dikemez: İnsanlar başkalarına yaptıkları hizmetleri
kendilerine gelince çoğu kez savsaklarlar, ya da yapmaya zaman ve fırsat
bulamazlar.
Testiyi kıran
da bir, suyu getiren de: İyilik ödülsüz, kötülük de cezasız kalır; yahut her ikisi
eşit tutulur da aralarında bir fark gözetilmezse adaletsiz davranılmış olur. Bu
durum da düzeni bozar, yönetimin iflâsına neden olur.
Teşbihte
(temsilde) hata olmaz: Kimi zaman yapılan benzetmeler çirkin ve kaba da olsalar
söze güç katmak için yapılırlar. Dolayısıyla bunların söz arasında
kullanılmasından kimse alınmamalıdır.
Tevekkelin
(tevekküllünün) gemisi batmaz (eşeğini kurt yemez): Tedbirini aldıktan sonra fazla titizlikten
uzak duran, her şeyi artık Yüce Allah`a bırakıp boyun eğen kimsenin malına,
işine zarar gelmez.
Tırnağın varsa
başını kaşı: Kendi bilgi, beceri ve imkânın varsa, bunlara da güveniyorsan bir
işe giriş; yoksa vaz geç. Bil ki, kimseden kimseye hayır yoktur; başkalarından
kolay kolay yardım da gelmez, gelse de pek bir işe yaramaz.
Tilkinin dönüp
dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır: Meslek veya alışkanlık gereği olan bir
sonuçtan kaçınılmaz. Daha önce kopup ayrılmış olsa da, kişi bağlı olduğu
çevreye, işe veya bir alışkanlığa eninde sonunda, şu ya da bu sebepten ötürü
döner.
Tilki
tilkiliğini bildirinceye kadar post elden gider: 1) İşlemediği hâlde suçlu görülen kimse,
suçsuz olduğunu kanıtlayıncaya kadar yeterince ceza çeker. 2) Kurnaz ve
düzenbaz kimse, sahasında ne kadar hünerli olduğunu gösterinceye kadar,
kendisinden daha hilekâr birinin tuzağına düşer.
Tilkiye,
"Tavuk kebabı yer misin?" diye sormuşlar; "Adamı
güldürmeyin" diye cevap vermiş: Bir kimseye düşkün olduğu, çok sevip
özlediği, elde etmek için yanıp tutuştuğu bir şeyi, "İster misin? Arzu
eder misin?" diye sormak son derece yersiz, hatta abes ve gülünçtür.
Tok, acın
hâlinden bilmez (Var ne bilsin yok hâlinden): Para, mal gibi şeyleri elde etmiş;
açlığını gidermiş ve bunlara doymuş olanlar, yoksulların çektikleri sıkıntıyı,
içine düştükleri geçim darlığını anlamazlar.
Toprağı işleyen,
ekmeği dişler: Emeksiz yemek olmaz. Çalışmayan, bir uğraş vermeyen, alın teri
dökmeyen kişi verim elde edemez.
Tuz, ekmek
hakkını bilmeyen kör olur: Birinin ekmek yedirip iyilik ettiği kimse, bütün bunlara
karşılık üzerinde hakkı bulunan insana karşı nankörlük edip hıyanet içinde
olursa başına türlü felâketler gelir.
Türk karır,
kılıcı karımaz: Türk insanı ihtiyarlar ama mücadele gücünden, direnme azminden bir
şey kaybetmez.
Türkün aklı
sonradan gelir: Yaratılışı gereği saf, samimî, dürüst ve merttir Türk insanı. Art
düşüncelerden uzak kaldığı gibi, içten pazarlıklı da değildir. Bunun için olsa
gerek, giriştiği bir işte pek hesap-kitap yapmaz; çıkarını hemen öyle aklına
getirmez. Öte yandan bir olay karşısında ne yapmak gerektiğini de hemen
düşünemez. Dolayısıyla kendisi için hazırlanan kimi tuzaklara düşmekten
kurtulamaz. Bir süre sonra aklı başına gelir, işin iç yüzünü anlar, doğru yolu
bulur ama iş işten de geçmiş olur.
U
Ucuz alan pahalı alır (pahalı alan aldanmaz): Ucuz alınan mal genellikle kötü,
dayanıksız ve çürük maldır. Kolay yıpranır, eskir ve çabuk atılır. İster
istemez yerine yenisinin alınması zorunlu olur, tekrar masrafa girilir.
Dolayısıyla pahalıya alınmış gibi olur.
Ucuz etin
yahnisi yenmez (tatsız olur): Ucuza alınan, maledilen şeylerde nitelik bulunmaz; ya
çürük, ya kötü, ya da hilelidir. Bu sebeple, bu tür mallardan istenildiği gibi
fayda sağlanamaz.
Ucuzdur vardır
illeti, pahalıdır vardır hikmeti: Bir malın fiyatı niteliğine göredir.
Bu sebeple ucuz şeylerin ucuzluğuna tamah etmemeli, pahalı şeylerin de
pahalılığından korkmamalıdır. Çünkü ucuz olan çürük, kötü ve dayanıksız olur
çoklukla; pahalı olan da kaliteli, değerli ve sağlamdır.
Ulular köprü
olsa basıp geçme: Erdemli, büyük ve yaşlı kimselere karşı daima saygılı ol,
hürmette kusur etme, onları incitecek davranışlardan kaçın. Çünkü onlar gerek
yaşları, gerek tecrübeleri, gerekse erdemleri bakımından buna lâyıktırlar.
Ulu sözü
dinlemeyen, uluyakalır: Büyüklerin, erdemli kişilerin uzun tecrübelere dayanan
sözlerine ve uyarılarına kulak asmayan kimse, türlü çıkmazlarla karşılaşır ve
sonunda sızlanıp durur.
Ummadığın taş
baş yarar: Küçük
ve önemsiz görülen kişi ya da nesneler, çoğu kez büyük etkiler yaparlar;
umulmadık işler görürler.
Umut, fakirin
ekmeğidir: Sıkıntı
içinde bulunan, yokluk çeken yoksul kişi, içinde bulunduğu durumdan bir gün
kurtulacağını, bolluğa ve rahata kavuşacağını umar ve bu umuşdan doğan güven
duygusuyla yaşamaya çalışır.
Ustanın çekici
bin altın: Usta
kişi, bir zanaatı uzun denemeler sonucu gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi
başına yapabilen kimsedir. İşinin hemen tüm inceliklerini kavramıştır. Bu
bakımdan pek çok kimsenin uğraşıp da yapamadığı işi kolayca yapıverir o.
Dolayısıyla onun çok küçük gibi görülen emeği bile oldukça kıymetlidir.
Uşağı işe koş,
sen de ardına düş: Bk. "Çocuğa iş buyur,..."
Utanma pazar,
dostluğu bozar: Yakın tanıdıklar arasında yapılan alış verişte, taraflar
birbirlerinden utanıp sıkılırlar ve gerçek niyetlerini ayıp olur düşüncesiyle
söyleyip ortaya koyamazlar. Ancak bu durum çok geçmeden anlaşmazlıklara,
tartışmalara sebep olur; dostluğu zedeleyip bozar.
Uyuyan yılanın
kuyruğuna basma (basılmaz): Şimdilik zararı dokunmayan kötü bir kimsenin yeni bir
kötülük yapmasına fırsat vermek doğru değildir.
Ü
Üçlenmemiş eken,
olmamış biçer: Her
işin belirli bir yapılma biçimi ve ortamı vardır. Gerekli şartları yerine
getirilmeden yapılan işlerden verimli sonuç alınamaz.
Ürümesini
(ürmesini) bilmeyen köpek (it), sürüye kurt getirir: 1. Beceriksiz kimseler iyilik
yapayım derken çoklukla hem kendilerini, hem de başkalarını zarara sokarlar. 2.
Neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini bilmeyen kimseler hem kendilerinin, hem de
başkalarının başına dert açarlar.
Ürüyen köpek
ısırmaz (kapmaz): Bağırıp çağırarak başkalarını korkutmak isteyen kimseden
saldırı beklenmez. Kötülük yapacak kişi, bu niyetini gizli tutar; belli etmez
ve gürültüye patırtıya yer vermez.
Üşenenin
(utananın, erinenin) oğlu kızı olmamış: Çok üşenen, tembel tembel oturan,
gevşek davranan, içinde bir çalışma isteği duymayan kimse bir şey elde edemez.
Bir şey elde etmek isteyen, onu elde edecek yola baş vurmalıdır. Sözgelimi
oğul-kız isteyen önce evlenmek zorundadır.
Üzüm üzüme baka
baka kararır: Her
zaman bir arada bulunan, arkadaşlık eden, bir çevrede yaşamaya çalışan kimseler
birbirlerinden etkilenirler; birbirlerinin özelliklerini, huylarını ve
alışkanlıklarını kaparlar. Bk. "Körle yatan...
Yorumlar
Yorum Gönder